Arada bir nefes almak istiyor insan. Bunun için de kentin yoğun gündeminden uzaklaşmak gerekiyor. Bu gün bu köşede siyasi içerikli bir yorum bekleyenler bu beklentilerini ertelesinler. Yazı bir yoldur, kendinden yola çıkarak bir başkasını yazarsın. Bugün biraz nefes almak adına bir deneme yazı ile toplum ve insan gerçeğine bakalım istiyoruz. 
***
“Bu eski evleri, düğenleri restore ediyorlar ama bundan bir şey çıkmaz bizim oğlan”
dedi, postane emeklisi ihtiyar. “Bizde de var, oğlannan, gelin çok heves edip duru emme”  diyerek birde umutsuz eklenti yaptı sözlerine. Biz Arasta’da ve eski kent dokusunda yapılan restorasyon çalışmaları ile kaybettiğimiz kent kimliğimizi bu yolla aramanın peşine takılmışken emekli postaneci bu arayışı kursağımızda bırakacak sözler söyledi. Memnun değildi açıkçası. Bunları söylerken bir memnuniyetsizlik ifadesiyle dudağının sağ tarafı yukarı doğru titriyor, bir olumsuzluk sanrısı yaratıyordu. Bir Asar yaşayanı olarak komşuları gibi gözünü ovaya dikmemiş, kendi mahallesine, sokağına sağlanan yaşam olanaklarını kentin yeni yerleşkesine sağlanan olanakları ile kıyaslayıp “Hede le! kekik yağ sürsen ende iş olmaz” diye düşünmüştü.
***
Demirci Arastası Kocahan ardı
Anlatmaya değer kendi ritminde
Çeliği raks ettirir ustanın fendi
Örse inen çekiçlerin ritminde
***
Kent büyüdükçe tarihsel doku küçülüyor. Postane emeklisi geçmişten gelen bir yaşam şeklinin, kültürün kimlik ve peyzaj değerlerini gözeten bir mimari anlayışla yenilenmesini mümkün görmüyordu. Yapılan iş bir parlatmaydı. Durumu “Cila çekip durla bizim oğlan” sözleri ile özetliyordu.
Kendisine yapılan işin Tabakhane yerleşkesinde takdir edilmesini gerekir bakışı attık. Sözlerine “Tamam düğenler tamam, amma velakin içinde yaşıyanı yok!” eklentisi yaptı.
***
Tarihsel kimlik ile çağdaş gelişme arasındaki ilişki ve çelişki can sıkıcı. Postane emeklisi hemşehrimizin belli ki gelişmişlikten anladığı bu değil. Arasta üstünde Tabakhane’de İnceoğlu kahvesinin köşesindeydik. Kahveden “al gızı ve papazı” sesleri yükseliyor, Tahsin usta elinde çay tepsisi ile ortalıkta koşuşturuyordu. Kahve müdavimi Algılı Hüseyin ikinci kesim kovan balını şişelemiş alıcısını gözlüyor, Goca Memed, elinde besi danası sucuklarını oracıkta satmanın yolunu arıyordu. “Yayla sucuğu ilazım mı?”
****
Demirciyle sarraf yan yana burada
Böyle bir düzenin mantığı nerede
Altınları söndürüyor bir anda
Kızıl demir çekiçlerin ritminde

***
Postane emeklisi sanrılarına devam etti. “Yeni evler bizimkilene benzeyimaz. Evleri bırak, adamlan düğenleri Tabakhane gada va! Nereye baş ediyon”. Başını sağa sola çevirerek mümkün olmayanı anlatmaya çalışıyordu.
Muğla’da kentleşme irdelenmeli. Muğla’nın son on beş yılda oluşturulan yeni yerleşim alanlarını “baş edilmez” noktasına getiren anlayışın içine bakılmalı. Kente egemen olan yeni ve modern görünümlü yapılar ile geçmiş arasındaki bağın sadece mimari anlayışta kopmadığı, bu anlayışın sosyolojik olarak da yollarını ayırdığı görülmeli.
Bir yerde eski kent dokusunda kendi kültürel kimliğini korumaya çalışanlar, bir yanda mega tutkular ile kendilerine yeni bir kimlik arayan ve yeni bir yaşam tarzı oluşturmaya çalışanlar. Postane emeklisi, çay’dan bir yudum daha alarak konuyu özetledi. “Dul garı muamelesi bu!”.
***
Arka sokak akşamcı sokağı
Üç beş memur ile esnaf çırağı
Kendi efkârı ile dönen plağı
Dinler durur çekiçlerin ritminde
***
Kent; süreklilik sağlayan bir unsur olmasına karşın aynı zamanda kopukluklar üzerine kurulan ilişkilerin yaşandığı yerdir. Doğrudur. Ancak her iki yerleşim arasında sosyal, kültürel ve siyasal olarak yaşanan kopukluk bizi bir ayrışmaya doğru götürüyor. Postane emeklisi elindeki çay bardağı ile İnceoğlu Kahvesinin önündeki dar yoldan geçen bir gıda aracına “Baksana bunlara” diye işaret etti.  Başını aşağı yukarı sallayarak “Çoğaldıla” diye de ekledi.
***
Eskiler, yenileri “Baş edilemez” görüyordu.  Kentin yeni yüzü, kentin eski yüzünden esinlenmeyecekti. Kente egemen olan yeni ve modern karakter, kişiliksiz mimari ve tarihsel yaşanmışlıkları tümüyle unutan tek düze bir şehircilik anlayışı ile yaşam kültürümüzü değiştirmeye çalışıyordu. Postane emeklisi bunu çok biliyordu.
***
Yazın asmalar kaplar yazını
Kimi kışı bekler kimi güzünü
Özbilgi arada dosta sazını
Çalar durur çekiçlerin ritminde
***
Kentin yenisinde yer alan yaşam alanları ve mekânları her ne kadar özgürleştirici mekânlar gibi görünse de, kent insanı olmanın, kentli olmanın mekânsal duygularını, bir yere ait olmanın içgüdüsünü yaratamadı. Beyaz badanalı dar sokaklarda kazanılmış bir kent kimliği yeni kent olgusunun kentsel bütünlüğü içinde kendine yer edinemeyecekti. Yeni gelişim bölgeleri ve burada sağlanan yaşam koşulları karşısında insan yalnızlaşmaya doğru yol alıyordu. Postane emeklisi bunun farkındaydı.
***
“İncir ayeciğinin dalı gırılmış, yengen pısat mısat asıyoru oreye, sabalen bi gazan çameşire dellah etmişle, dal gırık, gidem ben bizim oğlan, dadım yok zaten” diyerek yanımızdan ayrıldı. Bisikletli bir tingoz çetesi Ulu Cami’nin köşesinden tam gaz üstümüze pedal çeviriyor, birbirleri ile yarışıyorlardı. Kahve müdavimlerinden birisi “De gidi velediznele, yaveş olun len” diye bağırdı. Akşam oluyordu.
***
Meraklısına not: Bu yazıda yer alan “Demirci Arastası” şiiri Hüsnü Özbilgi’ye aittir. Şiir aslında bir güftedir. Sanatçının aynı adı taşıyan bir türküsü mevcuttur.