Bu köşede hep “İyi kenti hayal etmek” hakkımızı kullandık.
Yazılı olmayan kent hukukunu ve anlamını, vatandaş olarak kalıtım figürünü hatırlattık.
Sorduk;
Bu kentin bize, kentliye sağladığı kamusal yararlar ne?
Bu kent, gerçekte kimin kenti?
İçinde yaşarken bizi biçimlendiren çerçevenin etkisini ne oluşturuyor?
Kamu yararı palavrası ile kent; kime, kimlere politika yapma imkânı tanıyor?
Bu köşede hep bunlara yanıt aradık.
***
Yine sorduk!
Kent bize ne kadar kamusal yarar sağlıyor?
Kamu yararı olmadan yerel kimlikten bahsedilebilir mi?
Biz politik topluluk muyuz?
Kent olarak demokratik yönetim şekline sahip miyiz?
Biz özgür bir kent miyiz?
Sorularının cevaplarını aradık.
***
Sormaya devam ettik.
Kentin; insani, vicdani ve hukuki talepleri var mı?
Hangisi insani?
Hangisi vicdani?
Hangisi hukuki?
Kent; “Etik pozisyonlarının gerçekliğini insanlara inandırmış olanların geliştirdiği yönetim şekli ile bir yere gidebilir mi?
Bu köşede hep bu sorunların cevaplarını aradık.
***
Yaftalandık, horlandık ama vazgeçmedik.
Kentin ‘sonuçlarını ve amaçlarını’ sorup, sorguladık.
Sonuçlar ve amaçlar arasındaki ayrıma dikkat çektik.
Temelimizde sıkı bir toplumculuk belası!
Kentin idealini aradık.
***
Demokrasiyi bize uzun dönemli bir gelişme olarak yutturdular, bugünün kent demokrasisinin olumlu sonuçlar doğurmasını engellediler.
Demokrasi bu nedenle toplumsal bir anlam taşımadı.
Demokrasiyi elimize bir gazoz gibi tutuşturdular.
Oysa biz gazozuna demokrasi istemiyorduk.
Bu nedenle ‘değiştiremeyeceğimiz bir alın yazısının kader kurbanı olmayı’ reddettik.
Ve yana yıkıla terk edilen kent demokrasisinin peşine düştük.
***
Aradığımız; kapsayıcı demokratik bir çerçeveydi.
Bizim için açık ve net, anlaşılabilir bir hedefti.
Buna bir yerden başlamak istiyorduk.
Biliyorduk ki; başlangıcın doğasında; ‘Eskiden var olan ve yaşanmak zorunda olanlar’ bulunmazdı.
Başlangıcın doğasında; ‘Yeni bir şeyin başlamış olması’ yatardı.
Bu yüzden ısrarcı olmuş, bu süreçte politik aktörlerin peşine takılmıştık.
Kalemimizi ‘kolektif türde politik bir eyleme dönüştüren’ de işte bu gerçekti.
***
Muhakkak ki kent; politik bir topluluktu.
Sonuçta biz de iyi-kötü bu politik topluluğun bir parçasıydık.
Ama sürüden değildik! Ne ümmet ne de cemaat algımız hiç olmamıştı.
Biz bu kentin ilkelerinin mantıksal bağlarlarla temel ve toplumsal değerlere bağlanması gerektiğini biliyorduk. Geniş toplumlar bağlamında kentin içinde yaşadığı her insanın fiziksel, ruhsal potansiyelini geliştirmek, böylesine bir hakkı da insanına teslim etmek zorunda olduğunun farkındaydık.
Bu kentte de ‘insan olmak’ temel hak olarak görülmek zorundaydı.
Çünkü biz insani gelişmelerin ‘ayrıcalıklı miraslarla’ değil, kazanımlarla geldiğini biliyorduk.
***
Kentin temelini oluşturan politika odaklı kuralların yer aldığı sınırlamaların ve ilişkilerin bizim açımızdan etik bir değeri, sosyal bir yanı yoktu.
Biz artık her koşulda ve her şartta kamu yararını bir insan hakkı olarak görüyor, kentin bu süreçte iyi bir yönetişime sahip olması gerektiğini düşünüyorduk.
Büyükşehir yasası ile birlikte kazanılacak olan da işte bu yönetişim biçimiydi.
Bu tür yazılarla işte bu gerçeğe dikkat çekmek istiyorduk.
***
Özgün kaynakları ile derya gibi bir potansiyele sahip olan bir kentin politik aktörleri arasında seçici olmamızın nedeni işte buydu. CHP’de başlayan adaylık sürecinde yöntem konusunda sayısız yönlendirmelere (maniplasyon) karşın biz; örgütün seçici iradesine güveniyorduk.
Sürdürülebilir ideal bir kent, devamlı demokrasi, çevresel ve sosyal adalet gibi kazanımlar için kentin CHP dışında bir seçeneği yoktu. CHP’nin de yeni bir söyleme ihtiyacı vardı.
CHP’nin yeni söylemi Musa Gökbel, Sezai Avşar ve arkadaşlarından gelmişti.
O nedenle Musa Gökbel ve arkadaşlarının Çoban Ateşi Hareketi’nin içinde yer almış, örgüt iradesini ve ön seçimi savunmuştuk. Bir siyasi oluşum olarak demokrasi kazanımlarına önce CHP sahip olmalı, ardından kendi iç kazanımları ile CHP kent demokrasisini yeniden inşa etmeliydi.
***
İyi bir kent, temellerini insani gelişme ve çeşitlilikle sağlayabilirdi.
Ortak bir vizyon belirleyecek ve bu vizyonun çerçevesinde ‘oy birliği’ sağlayacak, kamusal kaynakları fark edecek ve bu kaynakları yok saymayacak, kentin kıyısalı ile kırsalı arasındaki ekonomik ve sosyal eşitsizliği dengeleyecek bir liderle politikaların, programların ve projelerin direkt olarak parçası, ortağı olmak istiyorduk. İyi bir kenti hayal etmiştik, iyi bir kenti hak etmenin yolunu da bulmuştuk.
***
Yerel politik liderlerin artık, her koşulda ve her zeminde hak iddia etme ve yakınmalarını dile getirme konusunda vatandaşa uygun, erişilebilir kanallar sağlamasını, vatandaşın yakınmalarına ve şikâyetlerine mutlak ve uygun cevap vererek, ‘yerel yönetim-vatandaş’ arasındaki çatışmayı çözecek kurumsal bir yapılanma istiyorduk.
Büyük şehir statüsü bu kurumsal yapılanma için bir fırsat doğurmuştu.
Biz; iyi kenti hayal edenler (!) sonuçta ne aradığımızı biliyorduk…