Neden yazdığını bazen kendisine de anlatmak zorunda kalıyor insan.
Biriktikçe hayat içinde,
Yazıların seyri değiştikçe,
Üslubu sertleştikçe,
Yani kendinden yola çıkarak başkalarını yazmaya başlayınca,
Neden yazdığını kendine bile hatırlatmak zorunda kalıyormuş insan,
Bilmiyordum!
Geçte olsa öğreniyorum…
Yazmak, yazabilmek meselesini!
***
Üfürükçü değilsen.
Muska yazmıyor, fetva vermiyorsan,
Eller pantolon çizgisinde,
Bir tatlı su balığı değilsen!
Zor iş yazmak,
İnsanı yakalamak…
Gerçeğin gözüne parmağını sokmak,
Yaraları sarmak, sarmalamak;
Zor iş…
***
Önce sağlık yerinde olmalı.
Prostat yada bunaklığa uzakta!
Ama sağlıklı olmakta yetiyor bazen.
Felsefe, tarih, siyaset ve sosyoloji bilgisi olmadan yazılmıyor.
Bugün bir şeyler buldum!
Oturup bir güzel yazayım!
“Yazar denilsin namıma” diye bir şey yok!
Bilginin ihmal edilmez bir ağırlığı var yazarlıkta.
Yazarlık dediğin şey; tam altı okka…
***
Sepetinde pamuk varsa yazıyorsun.
Önce pamuğu topluyorsun,
Çünkü her gün yazıyorsun.
Her gün sepet,
Her gün pamuk!
Ne yazık ki;
Herkeste bulunmuyor.
Atadan da miras kalmıyor…
***
Ben neden yazdığımı biliyorum.
Sol’da görünerek (!) levanten bir yazar olmak derdinde değilim.
Ben sosyalistim, toplumcuyum yani!
Benim derdimin sepetinde;
Kent var, siyaset var…
İdeoloji, sivil toplumculuk ve özgürlükler var,
Demokrasi var…
***
Kentin özgürlüklere ne sağladığına;
Kentliye ne sunduğuna bakar,
Modernliğime not verir,
Düşüncenin çukuruna sürüklenirim.
İnsanlık için evrensel sayılan ne varsa,
Burada da olsun isterim.
***
Bu yüzden;
Yarım asırdır aşığım,
Adı demokrasi olan bu kadına!
O beni hiç sevmese de, ben ona hala;
Sırılsıklam vaziyetteyim…
***
Anladınız!
Bahsettiğim öyle gazozuna değil,
Demokrasi bu, boru değil!
Altı okkalısından bir yosma,
Dört yapraklı bir yonca!
Ve bu yazı size değil!
***
Bugün 14 Kasım Perşembe!
Neden yazdığını bazen kendisine de anlatmak zorunda kalıyor insan…