İnsanoğlunun en eski ve en güçlü duygusu korkudur. En eski ve en güçlü korku ise bilinmeyenin korkusudur. CHP’de 2014 yerel seçimlerinde özellikle büyük şehir belediye başkan adayını belirleme yöntemine ilişkin korku, yöntemin şu güne kadar belirlenememesinden kaynaklanıyor.
CHP’liler korkuyor (!) Bu korkuyu da yöntemin bilinmemesi oluşturuyor.
***
CHP örgütlerinin büyük bir çoğunluğunu örgüt iradesine dayalı ön seçimciler oluşturuyor. Tek aday adayı bulunan seçim bölgelerinde belediye başkan adaylarının atama yoluyla belirlenmesine örgütlerden bir tepki yok. Ancak aday adayı birden fazla olan seçim bölgelerinde örgüt, parti içi demokrasiyi işletmek ve kendi tercihini sandığa yansıtmak istiyor. Sandıktan çıkan iradeye de saygı duyulmasını istiyor…
***
Aday adaylık sürecini erken başlatan ancak şu ana kadar büyük şehir belediye başkanını belirleyecek yönteme karar veremeyen CHP diğer siyasi partilerle olan rekabette geriye düşmek üzere.
CHP’de henüz bir yöntem bile belirlenemedi. Oysa AKP ve MHP Büyükşehir Belediye Başkan Adaylarını açıkladılar. AKP’de Prof. Dr. Mansur Harmandar, MHP’de Milletvekili Mehmet Erdoğan’ın Büyükşehir Belediye Başkan Adaylıkları resmen ilan edildi.
***
CHP’deki gecikme bir strateji olarak kabul edenler olabilir. Böylesi kritik bir seçimde CHP diğer siyasi partilerin adaylarına bakarak kendi adayını belirleme yoluna gidebilir.
Bu bir stratejiyse sorun yok.
Yani CHP aday belirlemedeki gecikmesini bu stratejiye dayandırıyorsa sorun yok !
Peki ya bu gecikme bu stratejiye dayanmıyorsa?
***
Bize göre CHP’deki gecikme stratejik değildir (!)
Muğla’da 40 yıllık yerel iktidarın sahibi olan CHP’de bu gecikme stratejik değil, statiktir.
***
Bu gecikme Kılıçdaroğlu’nun Yeni CHP’sinde hala varlığını sürdüren, parti içi demokrasiyi, örgüt iradesini dışlayan statik yapıların yöntem konusundaki dayatmasından kaynaklanmaktadır.
Bu gecikme Yeni CHP’de yerelde mevcudun devamını isteyen, siyasetini bu anlayış üzerine inşa eden ve mevzilerini korumaya çalışan yüksek siyasetçilerin liberal senaryolarına dayanmakta, bu algıdan beslenmektedir.
Bu süreçte atama yapılması konusundaki ısrarını partinin en yüksek organına kadar taşıyarak CHP içinde yöntem konusunda karar verme yetisini zora sokan, zafiyete uğratan işte bu statik düşünce ve hareket şeklidir.
***
CHP içerisindeki bu statik yapı aslında solun, yerel yönetimler anlamında gerçek, güçlü ve kalıcı bir seçenek oluşturmasının önündeki engelin ta kendisidir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2014 yerel seçimleri öncesinde parti içi demokrasiyle, örgüt iradesiyle oluşturmaya çalıştığı ‘iktidar bilincinin’ tam aksi istikametinde duran, CHP’nin toplumcu belediyecilik idealinin önündeki statik engellerden birisi hatta en önemlisidir.
***
AKP’nin antitezi, ‘belediyeleri halkın kendi örgütü’ gibi gören CHP’nin toplumcu belediyecilik anlayışının önündeki engel yine CHP’nin kendi içindedir.
Yaklaşık 20 yıldır neo-liberal ve popülist politikaların siyaset alanına yaydığı anti siyaset virüsü bu süreçte CHP’de bir kez daha etkisini göstermiştir.
Yerel yönetimlerin içeriğini piyasacılık ve rantçılık gibi tek bir programa dayandıran, CHP’yi toplumcu belediyecilikten uzaklaştırmak gayretinde olan bu statik yapı; ulusalcılık sosuyla sıvadığı liberal, salon tipi belediye başkanlarını, sözüm ona özgürlükçü adayları bir kez daha örgütün önüne koyarak, pazarlamaya çalışıyor.
***
Oysa CHP; Sosyal demokrasi ve sol (!) tüm bunların ötesinde bugün topluma alternatif hale gelebilecek bir siyaset anlayışını inşa etmenin adı ve adresi olma şansı yakalamıştır. 2014 yerel seçimleri öncesinde CHP ‘toplumcu belediyecilik’ anlayışıyla liberalizmin ve kapitalizmin yıkıcı, teslim alan gücüne karşılık kamusal yararı ön planda tutan bir yerel yönetim anlayışını, örgütlerinden aldığı destekle inşa edebilme gayretinin sahibi olabilir…
***
Son 20 yılda egemen olan neo-liberal politikalar ve bu politikalara hizmet eden salon tipi belediye başkanlarıyla  CHP sosyal belediyecilik anlayışından uzaklaşılmış, hem siyaset hem de kent yaşamımız bu süreçten nasibini almıştır. Bu anlayış siyasetin ve örgütlerin içini boşaltmıştır.
Bu süreçte Muğla, üretim ve istihdam yaratabilme gücünü yitirmiş, tüketim ve rant odaklı bir yaşam şekline teslim olmuştur.
Modern, demokratik örgütlenmenin, demokrasinin merkezi olan Muğla’nın sosyo-kültürel dokusu bireysel kazanımlarla takas edilmiş, örgütsüzleşme sürecinin sonucunda belediye yönetimine örgütlü olarak katılması gereken aktif yurttaşlık olgusu tahrip edilmiştir.
STK’larla ve Meslek Odalarıyla ilişkilerden kaçınılmıştır…
***
Bu sosyal parçalanmalar belediyeler ve belediye başkanları eliyle sağlanmıştır.
Bu yozlaşmayı bir örnekle destekleyelim.
CHP’de yer alan iddialara göre; kentin egemen siyasi gücü, yerel iktidarın sahibi olan CHP örgütleri düzenledikleri etkinlikler için CHP’li belediyelere salon kirası ödemek zorunda kalmışlardır!…
CHP’li bazı belediyeler tıpkı vatandaşa davrandıkları gibi CHP örgütlerini de müşteri statüsünde görmüşlerdir.
Bugün onların örgütçülükten söz etmeleri bir iki yüzlülük olarak algılanmaktadır. Bu tür siyasetçi tipi için CHP’lilik bir balo kıyafeti olmanın ötesine geçememiştir…
***
Sonuçta bazı CHP’li belediyeler, kamusal yarar kaygısı gütmeyen belediye başkanlarıyla; rant merkezli birer kuruma dönüştürülmüştür. Bunun sonucunda kent merkezleri, toplu yaşam alanları kent meydanları başta olmak üzere ortak yaşam alanları işlevsizleştirilmiş, kent organik niteliğini yitirmiştir. Kent hem sosyal hem de ekonomik anlamda birbirinden kopuk, bölük pörçük birbiriyle ilişkisiz alanların mekânı haline gelmiştir.
***
CHP yüksek siyaseti büyük şehir belediye başkanını belirleme yöntemine bugün yarın karar verecek. Yüksek siyaset bu süreçte atama kararıyla (!) ya mevcudun devamını sağlayacak, ya da rant ağırlıklı dönüşümlere dur diyen, üretimi, istihdamı teşvik eden, gelir arttırıcı politikaları uygulayan, toplumcu bir yerel yönetim için örgüt iradesiyle belediye başkanını sandıkta belirleyecek…