Uzmanlara göre; basın-siyaset arasında karşılıklı bağımlılık esasına dayanan sembiyotik (birlikte yaşama) bir ilişki var. Basın-siyaset arasında, “karşılıklılık” temeline dayanan bu ilişki siyasi partilerin, liderlerin politik yapısı ve işleyişine göre mesafesini konumlandırıyor.
Siyasi elitler, kendilerine etkin bir kamuoyu desteği oluşturabilmek için her dönemde basın desteğine ihtiyaç duyuyor.
Bu durum “Al gülüm ver gülüm” ilişkisi olarak tarifleniyor.
Her iki tarafı da memnun eden bu ilişkide bir sorun yok.
Basın-siyaset ilişkisinde sorun hem iktidar hem de muktedir olmak isteyen siyasilerin karar verme sürecinde ortaya çıkıyor.
Zira siyasetin, siyasi elitlerin verdiği kararın yürürlüğe girmesinin önündeki tek engeli, denetim mekanizmasını ve toplumsal hareketliliği sağlayan basın yayın kurumları, gazeteciler oluşturuyor.
Bir tık ötede ise köşe yazarları…
Günümüz demokratik toplumlarına göre basın; dördüncü kuvvet.
Dördüncü kuvvetin gücü, gün geliyor siyasi gücün boyutlarına kadar ulaşıyor, bazen de onları aşabiliyor.
İşte basın-siyaset arasında sembiyotik (birlikte yaşam) ilişkisi bu noktada büyük bir çelişkiye ve rekabete dönüşüyor.
Basının oluşturduğu toplumsal hareketlilikten rahatsız olan siyaset elitler, bu çelişkiyi aşmak için önce ekonomik ve günlük ilişkileri askıya alıyor, ardından ideolojik ilişkileri yürürlüğe sokuyor.
Hareket kabiliyetini ve haklılığını ideolojik temeller üzerine inşa eden siyaset ideolojik sorgulamayı devreye sokuyor ve bu işe en yakınındaki basın elitlerinden başlıyor.
Bu kentte bizimle aynı havayı soluyan siyaset bilimciler Gazeteci Özcan Özgür’ün bugün başına gelenleri bu şekilde açıklıyor. CHP elitlerinin Özcan Özgür’ü yazılarıyla partiye, parti büyüklerine zarar verdiği gerekçesiyle disipline sevk edilmesini bu kapsamda değerlendiriyor.
Siyaset bilimciler, siyasetin verdiği kararların yürürlüğe girmesi konusunda basınla, gazetecilerle olan çelişkinin bu günün işi, bugünün sorunu olmadığına dikkat çekiyorlar.
Basın-siyaset arasında, “karşılıklılık” temeline dayanan bu ilişkinin siyaset tarihindeki en belirgin örneğinin Amerika’nın 26. Başkanı Theodore Roosevelt olduğunu ifade ediyorlar.
1901-1909 yılları arasında başkanlık yapan Cumhuriyetçi Başkan Roosevelt’in yürüttüğü politikaların başarılı olabilmesinin en temel yolun basın desteğinden geçtiğine inandığını, bu düşünce ile hareket eden Roosevelt’in basında yer alan haberlerin şekil ve içeriğini belirlemede oldukça etkin olduğuna işaret ediyorlar.
Siyaset bilimciler Roosevelt’in Amerika Birleşik Devletler Başkanı olmakla yetinmediğine dikkat çekiyorlar ve Roosevelt’i tarihin ilk “Medya Başkanı” olarak nitelendiriyorlar.
Roosevelt’in bir başkan olarak işi abarttığını işi medya başkanlığına kadar götürdüklerini vurguluyorlar.
Dönemi ne olursa olsun siyaset ve basın yayın kurumları ilişkisinin her iki kurumu karşılıklı olarak etkilediğini ifadene eden sosyologlar, bu etkileşimin yalnızca iki kurumun kendi iç dinamiklerini değil, aynı zamanda bu kurumların birbirleriyle olan ilişkilerinin şekil ve niteliğine de yansıdığını belirtiyorlar.
Basının demokrasinin dördüncü kuvveti olduğunu sürekli hatırlatıyorlar.
Dördüncü kuvvet basın gücünün siyasi gücün boyutlarına kadar ulaşmasını, toplum algısında zaman zaman öne geçmesini iki kurum arasındaki çelişkinin ana kaynağı olarak görüyorlar.
Bu durumun basının gücünü ortaya koyması açısından önemli olduğu kadar siyasetin zafiyetini de ortaya koyması açısından önemli olduğuna inanıyorlar.
Siyasi zafiyetten kaynaklanan her türlü sorunun yine siyasetle aşılması gerektiğine işaret eden siyaset bilimciler bu süreçte basının toplumun tercihlerini şekillendirici etkiye sahip olduğunun unutulmaması gerekir hatırlatması yapıyorlar.
Üzerindeki her türlü baskıya, baskı türüne karşın basının bu gücü her zeminde ve koşulda kullanabileceğini hatırlatıyorlar.
7 Haziran milletvekili genel seçimleri öncesinde “karşılıklılık” temeli üzerine inşa edilen basın-siyaset ilişkisini ve mesafesini korumasının her iki taraf için de önemli olduğunu belirtiyorlar. Ancak asıl önemin demokrasi açısından olduğunu da sözlerine ekliyorlar.
Siyaset bilimciler yakından takip ettikleri basın-siyaset ilişkisine yönelik şu tespiti bizlerle paylaşıyorlar.
“Basın, siyasetin sonuçlara yönelik genel hedeflerine saygı gösterirken, siyasette basının haber alma, bilgi toplama-yayma özgürlüğüne ve demokrasiye olan inancına saygı göstermelidir”…