Dünyanın en çok tanınan kentleri “kültür ve sanat” kentleridir.
Kentler bu unvanlarını sanata ve sanatçıya sağladığı özgür yaşam alanlarıyla sağlarlar.
Bir kentin bu tanıma ulaşması tanınırlığını arttıran temel unsurlardan kabul edilir.
Sanatın ve sanatçının var olduğu her kent özgürlüklerin de kentidir.
Kentlerin özgürlükçü ve güvenilir kimliği sanatla ve sanatçıyla da garanti altına alınmış olur.
Bu nedenle sanat ve sanatçı kentin yapı taşları arasındaki en temel olgular arasında yer alır.
Dünya da hiçbir kent yoktur ki sanatsız ve sanatçısız bir anlamı olsun…
Bu iki unsura yani sanata ve sanatçıya ev sahipliği yapabilmek ise bir beceri işidir.
Muğla, sahip olduğu kültürel değerleri, demokrasi kültürü ve sosyal yaşamıyla sanat ve sanatçıyla olan ilişkisini kentin özgürlükler temeline oturtmuş bir kenttir.
Bu nedenle demokrasinin beşiği kabul edilir.
Yani Muğla’nın mevcut demokrasi ve hoşgörü kültürü üç günlük bir mesele değildir. Kenti uluslararası entelektüel zemine taşıyan bu özelliği bugünün popülist koşullarında hissedilmiyor olabilir.
Bu durum Muğla’nın sahip olduğu bu özelliği itibarsızlaştırmaz.
Bilinmelidir ki Muğla, kendini var eden özgürlükçü davranış şeklini, evrensel kimliğini yirminci yüzyılın turbo kapitalizmiyle inşa etmemiştir.
Popülist kültürün bir parçası, bileşeni olmamıştır.
Bu yapının derinlikli ve özenli bir yanı vardır.
Bu nedenle Muğla 20 yüzyılda inşa edilmiş safsata ilişkilerin, popülist kültürün bir parçası olmayı reddetmiş, bu yanıyla da hiçbir endüstriyel ilişkinin karşısında esas duruşa geçmemiştir.
Yukarıda ifade ettik.
Bir kez daha yineleyelim.
Bir kentin sanata ve sanatçıya ev sahipliği yapabilmesi bir beceri işidir.
Muğla bu ev sahipliğini, sanatla ve sanatçıyla olan ilişkisini sindirebilmiş ve kendi içinde sanata ve sanatçıya özgür alanlar yaratmış bir kenttir.
Ancak kent bu zemini sağlarken, sanatın ve sanatçının da kendisine sağlanan özgür alanı doğru kullanması gerekir.
Bir başka kent için sanatı var eden sahicilik meselesi önemli olmayabilir.
Bir başka kent popülist kültür endüstrisine hizmet edebilir.
Muğla, sanatın varoluşunu popüler kültürün sitcom’larından, televizyon dizilerinden, reyting gibi yirminci yüzyılda keşfedilmiş çarpık kültürden değil iki yüze yakın amfi tiyatrosundan, binlerce yıldır ev sahipliği yaptığı tragedyadan alır.
Yani Muğla tragedyanın kendisidir.
Bir ötesinde Muğla, tragedyanın keçisidir.
Bilinsin ki Oscar’a giden ve Sun Dance film festivalinden ödülle dönen Dondurmam Gaymak filmi bu düşüncenin en seçkin ve belirgin örneğidir.
Entelköy Efeköy sinema filmi de bu dizinin bir halkasıdır.
Bir kentin kendi senaristiyle, kendi yönetmeniyle, kendi oyuncusuyla kendi filmini çekmesi var olan sinema endüstrisine, var olan sanat ilişkisine karşı duruşun göstergesidir.
Muğla’nın Yönetmen Yüksel Aksu yönetiminde kendi sinema atölyesini kurması ve bu atölyede yürütülen çalışmalar bir tesadüf değildir.
Popüler kültür çerçevesinde bu toprağı ucuza getirilmiş bir plato olarak gören, evrensel sanat kriterlerinin yerine reytingi tercih edenlerin sanat adına ortaya koydukları özensiz ve derinliksiz ürünlerin bu kente bir şey kazandırması mümkün değildir.
Türk Dil Kurumu’nun 2 bin 170 deyimi derlediği Muğla dilini kullanarak kültür erozyonu yaşatan senaristlerin, yapımcıların ortaya koyduklarını sanattan saymamız beklenemez.
Muğla’nın sanat çıtası yüksektir.
Yarın Güzel Köylü ile devam edelim…