Biz yereli yazıyoruz.
Yerel yazarız.
Hani Türkiye bir savaşa girmiş olsa, savaşa Muğla’dan asker gidene kadar, ilk Muğla sevkiyatına kadar savaşı yazmayız, yazamayız.
Evrensel bir meslek olan gazetecilik mesleğini tuhaf bir kasabalılık mantığıyla dar alanlara sıkıştırıp, kendimizi görünmeyen bir mücavir alanlara hapseder, kendi kendimizi sınırlarız.
Yapılan bir haberin 30 saniye içinde internet üzerinden tüm dünyaya duyurulduğu bir ortamda biz üç otuzluk kasaba tirajlarının arkasında durarak kendimize ve mesleğimize haksızlık etmeyi marifet sayarız.
Etki alanımızı yerelle sınırlama zübüklüğünün sahibi olarak mesleğin en temel kriteri olan evrenselliği bir kenara koyup yerellik mazeretinin arkasına sığınırız.
Gelişkin bir iletişim ve enformasyon gücüne sahipken, teknoloji bize böylesine sınırsız bir imkân sağlamışken biz; üç otuza satmakta zorlandığımız özensiz ve derinliksiz neşriyatlarımızı anlamlandırmaya çalışırız.
Mesleğin evrensel sorumluluğu ortada dururken, yerel anlam ve sorumlulukları tercih eden bizler adam olmayız…
Bütün dünya ve özellikle Avrupa (!) Suriyeli göçmenlerle ne yapacağını konuşurken, Suriyeli göçmenler Muğla’yı Avrupa köprüsü gibi kullanmaya çalışırken, yüzlerce Suriyeli umuda yolculukta can verirken, Muğla kıyıları Suriye’nin 300 bin nüfuslu Suveyde kentine dönüşmüşken ve büyük insanlık tarih önünde bir medeniyet testinden geçerken sığ algılı yerel ölçekli bir anlayışla gazetecilik mesleğini sürdürmekte ısrar etmek hıyarlıktan başka bir şey değildir.
Bu süreçte Muğla’da görev yapan tüm gazeteciler dünya genelindeki milyonlarca gazeteci meslektaşlarından tarih önünde daha fazla sorumluluğa sahiptirler.
Zira her şey bizim burnumuzun dibinde olup bitmektedir.
Bu nedenle burnumuzun dibinde olan bitene daha fazla kayıtsız kalmamız artık mümkün değildir.
Bu biz yereli yazan gazeteciler için bir milattır…
Suriyeli göçmen sorunu evrensel bir trajediye, ilahi bir komediye dönüşürken, yüzlerce Suriyeli Muğla limanından şişme botlarla karşı kıyılara geçmeye çalışırken, 3 yaşında bir Adiloş bebenin cesedi Bodrum kıyılarına vurmuşken, bizim gazetecilik mesleği ile ne yapacağımızın kararını vermemiz gerekiyor.
Gazetecilik mesleğinin denge ve denetim mekanizmalarının en temel prensibinde yer aldığını unutmamak gerekiyor.
3 yaşında ailesiyle savaştan kaçan Adiloş bebenin fotoğrafı binlerce kilometre uzaktaki dünya basının manşetlerinde yer alırken, dünya medyası siyahlara bürünmüşken biz parke taşı döşeyen belediyelerimizi, adaylık başvurusu yapan siyasi partileri manşete taşıyamayız.
Suriyeli bebek Aylan’ın cansız bedeni Bodrum sahiline vurmuşken, insani vicdani ve siyasi tüm formüller anlamsızlaşmışken ve tek kare fotoğraf bir utanç tablosuna dönmüşken biz ortada hiçbir sorun yokmuş gibi davranamayız.
Bu konuda ilk görev tabi ki siyasilerin.
Siyaset hepimizi huzur içinde yaşatacak çözümleri üretmek için varsa (!) varlığını ispat etmek zorunda. Bizleri temsilen mecliste bulunan tüm milletvekillerini, siyasi partileri, merkezi ve yerel idareleri daha fazla sorumluluk almaya çağırıyoruz.
Yüzlerce Suriyeli göçmenin elini kolunu sallayarak, en ilkel şekilde karşı kıyılara geçme çabasının önüne geçmek zorundayız.
Acil Eylem Planlarını raflardan indirmek zorundayız.
Bu noktada başta Muğla Valisi Amir Çiçek, Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Gürün ve ilçe belediye başkanlarını, yörenin tüm dinamiklerini daha fazla sorumluluk almaya davet ediyoruz.
Bizim görevimiz uyarmak.
Ve biz başta yerel yöneticiler olmak üzere tüm sorumluları bir kez daha uyarıyoruz.
Kendilerinden koltukta değil, ayakta yönetim ve yerinde çözümler bekliyoruz.
Suriyeli bebek Aylan’ın turizmde dünya markası olmuş Bodrum’un sahiline vuran cansız bedeninin utancı bize yeter.
Başka utanç istemiyoruz…