Siyasetin temel tanımını “Devlet işleri” olarak belirlemiş. Aristo bizi kandırmıyorsa siyasetin çıkış tanımı bu. Siyaset yönetimi şehirleşme-yurttaşlık ilişkisi ile ortaya çıkıyor. Siyaset bir kurum olarak bulunduğu toplumsal yapıda bir yöneten-yönetilen ayrımı getiriyor. Şehir devlet ile başlayan siyaset; ilk iş bölümü, cinsiyet ayrımı, (kadın-erkek) üretim, doğayı kontrol altına alma becerisi siyaseti işlevsel hale getiriyor.
***
Siyaset, kimin avlanacağına, kimin savaşacağına, avlanan üründen aslan payını alacağına, yontulmuş bir baltanın kimin mülkiyetinde olacağına kadar bir dizi insan ve yaşam faaliyetini belirliyor. Daha açık söylemek gerekiyorsa hangi sınıfın hangi sınıflar üzerinde baskın olduğunu, tahakküm kurduğunu bir başka deyişle üretim araçlarının mülkiyetinin kimlerin tekelinde olduğunu belirliyor.
***
Bu yönü ile siyaset; hukuki bir üst yapıyı temsil etmiyor. Bizi sosyalist yapan da işte bu gerçeklerdir. Kimseye kapsamlı bir siyaset teorisi bırakmadığı, kendisinden önceki sosyalist akımların eksik teorisi üzerine insanlığın tarihsel gelişimini siyasetin üzerine motive ettiği iddia edilen Marks, kapitalist üretim tarzının her toplumu belirli bir politik-üst yapısal düzlemde aynı seviyeye getireceğine dair inancını kendisinden sonraki kuşaklara aktardı. Bu nedenle siyaset ve siyasi mücadele bir tür burjuva fenomeni olarak görüldü. Sonuçta Marks ideolojisini, işçi sınıfı hedefini siyasi iktidarın ele geçirilmesi olarak açıklamıştı.
***
Bu tanımın gündelik, ekonomik ve tarihsel çıkarların arasında bir bağ kurmak için yapıldığını belirtelim. Yukarıda yer alan sıkıcı ve teorik kılıklı tanımlamayı geliniz kentin merkezine oturtalım. İçinde var olduğumuz, yaşadığımız kentin; iş bölümü, cinsiyet ayrımı, üretimi, ekonomisi, doğayı kontrol altına alma becerisi ile siyaseti işlevsel hale getirdiğini göreceğiz.
***
Kentte kimin avlanacağına, kimin savaşacağına, avlanan üründen aslan payını kimin alacağına, yontulmuş bir baltanın kimin mülkiyetinde olacağına kadar bir dizi insan ve yaşam faaliyetleri, hangi sınıfın hangi sınıflar üzerinde baskın olacağı, tahakküm kuracağı bir başka deyişle üretim araçlarının mülkiyetinin kimlerin tekelinde olacağını siyaset belirliyor.
***
Sivil Toplum Kuruluşları, Odalar, Meslek Örgütleri kentin en önemli dinamikleridir. En önemli dinamik oldukları içindir ki bugün aynı zamanda en sancılı yerler olarak bilinirler, tanınırlar. Ne olursa olsun yukarıdaki tanımlara göre üretim araçlarının mülkiyeti bu dinamiklerin elinde gerçek anlamını bulur, hatta kent gücünü buradan, bu yapıdan alır. Bu nedenle bir kentin demokrasi oranını, sağladığı özgürlükleri anlamak için sivil dinamiklere, sivil çatılara bakmak yeterlidir. Dünyanın en çok tanınan kentleri sivil hareketin güçlü olduğu kentlerdir. Bu nedenledir ki bu topraklarda Cenevre yada Helsinki’ye benzeyen kentler göremezsiniz. Bu tür kentler böyle bir tanıma ve tanınırlığa ulaşabilmek için tarihsel süreçlerinde acaba nasıl ve ne tür bedeller ödediler bilemiyoruz ! Ancak böyle bir kent olmanın olmazsa olmazının sivil harekette ve kentin bu sivilliğe sağladığı olanaklarda olduğunu biliyoruz.Sivil Toplum Kuruluşlarının, Odaların, Meslek Örgütlerinin güçlü olduğu kentler mutlak özgürlüklerin ve demokrasinin yaşandığı yerler olarak tanımlanıyor. Sivil Toplum Kuruluşlarına bu nedenlerden ötürü kent demokrasisinin yapı taşları olarak bakılır.
***
Yazılanlar daha iyi anlaşılsın diyerek bir örnekleme yapalım. Bir kentin Ticaret Odası güçlü ise o kentin ekonomisi de güçlü olur. Bir kentin Ticaret Odası idare eder durumda ise kentin ekonomisi de idare eder durumdadır. Bir kentin Ticaret Odası vasatsa, ticareti de ekonomisi de vasattır. Bir kentin ekonomisi güçlü olmayabilir. Ancak bu gerçek kentin sonsuza kadar güçsüz bir ekonomiye sahip olacağı anlamına gelmez, bir yazgı olarak ta algılanamaz.