Gazeteci Yazar Özcan Özgür’ün ve Makine Mühendisi Ahmet Karaosmanoğlu’nun ayaküstü başlayan, oturarak devam eden daha sonra da yerleşik düzene geçen Özgürce programını bende tüm kamuoyu gibi yakından takip ediyorum. Vatandaşın algısına yönelik önemli bir işlevi yerine getiren Özgürce’nin yayınlanan son bölümünde anladım ki; altyapı, arıtma tesisi, evsel bağlantılar, eski garaj alanı gibi kentin en büyük sorunları, yerel yönetimin sorunu aşmakta kullandığı yöntemi artık sadece mizahla izah edilebilinecek duruma gelmiş. Uzunca bir süredir mahallenin kötü aktörleri unvanını kimseye kaptırmayan bu müthiş ikiliye artık toplumsal bir ödül verilmesi gerektiğini düşünenlere bende katılıyorum. Özgür ve Karaosmanoğlu söylem ve uyarıları ile kamuyu aydınlatma anlamında tarihi bir misyonun sahibi oldular. Kent olarak onların ısrarına çok şey borçluyuz. Özgürce’nin televizyon versiyonu içinde barındırdığı mizahı ile yine Özcan Özgür’ün kaleminden çıkan Hamle Gazetesi’ndeki Aykırı Köşesi’ne dönüştü. Karaosmanoğlu ve Özgür’ün birlikte yaptığı son program gülmeyi unutan bendenize ve birçok kişiye antibiyotik etkisi yaptı. Yerel yönetimin kent meydanlarını heykellerle buluşturmasını değerlendiren Özgür ve Karaosmanoğlu’nun “Muğla Belediye parkında bulunan havuzun tam ortasına bir Bereket Tanrısı heykeli dikilsin” talebi doğrusunu söylemek gerekirse izleyenleri de beni de kırdı geçirdi. Heykel önerisini çok manidar buldum. İçinde bulunduğumuz şu ortama denk düşer mi bilemem ama öneri müthiş ironik. Ancak bu tür bir heykelin yaşatacağı en büyük sorun; antik dönemden bu yana heykele unvanını veren, bereketi temsil eden organının fıskiye olmasıdır. Mübareğin bu tür bir fiziksel avantajı bulunurken devir daim eden suyun ağzından akmasını hoş göremeyiz. Roma’nın tam göbeğindeki Navona Meydanında olur da Muğla’nın Belediye Parkı’nda olmaz mı? Bizim İtalyanlardan neyimiz eksik? Neden olmasın, bal gibi olur. Üstelik su gürül gürül akar bereketinden… Bu kadar ciddi konuları kaşlarını kaldıra kaldıra, Muğla tabiriyle “elli kollu” gece yarılarına kadar vatandaşa anlatmaya çalışan Özcan Özgür ve Ahmet Karaosmanoğlu’nun da bir sınırı var ve artık bu iki dostumuz çatlama noktasına geldiler. Onlar “kör kuyulara taş atar” durumuna gelmek üzereydiler ki; yardımlarına mizah yetişti. Her an her şeyin olabileceği Özgürce’de olanlar oldu! En ciddi konular bile artık mizahi bir dille anlatılmaya başladı. Kentin durumu o kadar kötü ki artık sadece mizahi bir dille anlatılabiliyor, bu nedenle programdaki format değişikliğini saygıyla karşılıyoruz. Bu kent kendisi ile alay etmesini bilir. Mizah bu kentte günlük yaşamın bir parçasıdır. En açmaz ve sıkıntılı konularda mizahı ön planda tutan kent insanı bu yönü ile acıyı bal eyleyen bir konuma sahiptir. Özgür ve Karaosmanoğlu, sağolsun “acımızı bal eğlemeye” çalışıyorlar. Trilyonluk kaynaklar, ihaleler, soruşturmalar, mahkeme kararları gibi konformist kentin hiçte alışık olmadığı bir süreç yaşıyoruz. Seçen, seçilen ilişkisinde güven; kamunun zarar uğratılması, kaynakların israfı nedeniyle yerle bir olmuş durumda. Sorun çoğaldıkça mizahi yanımız güçleniyor. Mağduriyetini mahkeme kapısında aramamayı bir yaşam ilkesi olarak gören kent insanı, başına gelenleri mizahi bir dille anlatıyor diye kimse gönül koymasın. Mizahta bu kentin ve insanımızın hak arama biçimlerinden bir tanesidir. Mizahın yarattığı sıkıntıların, mahkeme kararlarından daha iyi olduğunu unutmayalım. Alın size bir örnek. Gazetemizin olduğu yer malum. Emniyetin yanındaki “Aynalı Bina”dan, Hasan Özsoy’un evine doğru gelirken soldaki Deniz Apartmanı. Apartman sakinleri evsel bağlantı yapılması için Toktamış Ateş hocamıza benzetilen mühendis dostumuz Münnami Özyurt ‘un sahibi olduğu firma ile anlaşmış. İki gün önce gazetenin tam giriş kapısının önünde iki iş makinesi tam gaz çalışmaya başladı. Kod farkından olsa gerek derin de bir kazı yapıldı. Bu çalışma sırasında cadde ciddi sorunlar yaşadı, trafik sekteye uğradı. Bariyerler, hafriyat, toz toprak velhasıl binanın önü bir anda şantiyeye döndü. Nüktedanlar; apartman sakinlerinin evsel bağlantı için müracaat ettiğini nereden bilsin, bizim önümüzdeki hummalı çalışmayı görünce başladılar sallamaya. “Eee aslanım! o kadar yazmasaydın! Senin galemin sivriyse, adamında kepçesi sivri. Bir başkası; “Derin kazmışlar ya, Necadım gömerler valla sizi buraya. Bir diğeri; “Ayıp sizin yaptığınız ayıp, o kadar söyledik, bu kadar yazmayın oğlum diye al bakam! Anan kabaktan don geçiriversin ”….
Yahu bu iş sizin sandığınız gibi değil, belediye ile bir ilgisi yok, apartmanın evsel bağlantısı yapılıyor, etmeyin tutmayın dedik ama işe yaramadı, olmadı. Ne yapsak faydasızdı.