BODRUM KALESİ
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları tarafından onaylanan proje ile Bodrum Kalesi’nin bir bölümü yıkılacak.
UNESCO ‘Korunması Gerekli Kültür Varlıkları’ aday listesinde yer alan, 1995 yılında ‘Avrupa’da Yılın Müzesi’ yarışmasında özel ödül alan Bodrum Kalesi ve Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ndeki caminin ibadete açılacak olması kale içindeki restore edilen yapıların yıkılacak olması mimarların tepkisine neden oldu.
Mimarlar, Cam ve Uluburun batıklarının bulunduğu 30 eserin zarar göreceğini ileri sürüyor ve dava açmaya hazırlanıyor. Mimarlar Odası kalede yıkılması planlanan yerleri şöyle listeliyor:
“Kuzey Hendeği Gösteri Alanı, kafeterya ve satış dükkanı, geçit kule önündeki köprü ve denizin tahribatından koruyan dükkan. İç kalede; Amphora Sergilemesi, Cam Batığı Salonu, laboratuvar, müdür odası ve sikke mücevherat deposu, Karyalı Prenses Salonu, Tunç Çağı Batıkları Salonu, Uluburun, Şeytanderesi, Gelidonya Batıkları Salonu, Zindan Sergilemesi, Osmanlı tuvaletleri, Alman Kulesi önündeki havuz, Komutan Kulesi, Türk Hamamı, Külhanı, bekçi odası”…
Yani 1961’den bu yana onca emekle çaba ile yapılan onlarca eser, heba edilecek.
Tiyatro sanatçısı Mücap Ofluoğlu’nun Aynada Anılar kitabı, tıpkı Bodrum Kalesi gibi meraklısına bırakılmış bir mirastır. Bodrum kalesinin ve içinde barındırdığı eserlerin önemine ilişkin o kitaptan 1979 tarihli bir kaç alıntıyı bilginize sunmakta fayda var.
Ressam Avni Arbaş, Bodrum Kalesini Fransa’nın güneyindeki Antib’teki (Antibes) Picassa Müzesi olarak kullanılan bir şatoya benzetir.
Dor de la Souchaire adındaki soylu, müzenin kurucusudur. Cevat Şakir’le birlikte mavi yolculuğu dünyaya tanıtan, çevirmen, ozan ve düşünür Sabahattin Eyuboğlu şatonun sahibini ziyaret eder. Avni Arbaş’ta o ziyarettedir.
Bu ziyarette Eyuboğlu, şatosu ile övünen Fransız soylusuna Bodrum Kalesinin resmini gösterir. Adam resmi görünce eline alnına götürür: “Ben de şatomu gözümde ne kadar büyütmüşüm. Bu kalenin yanında benim şatomun sözü mü olur” diye hayıflanır.
Bizimkiler adamın gönlünü alır, müze kurmanın şato sahibi olmaktan daha önemli olduğunu vurgular.
Bodrum Kalesi’nin sadece bize ait bir değer olmadığını, kalenin tüm insanlığa ait bir değer olduğunu hatırlatarak devam edelim.
Yıl 1961’dir.
Haluk Elbe, Bodrum Kalesine atanır.
Haluk Hoca ve yardımcı mimar Cevat Sezer, hem kaleyi onarmışlar, hem bahçeleri çiçekle donatmışlar, geceli gündüzlü çalışmalar sonucunda da imrenilecek bir müze yaratmışlardır.
Haluk Elbe’den sonra bayrağı Türkiye’nin ilk sualtı arkeoloğu Oğuz Alpözen devralır.
Alpözen, hem kale hem de müze müdürü olarak görev yapar.
Oğuz Alpözen ayrıca kalenin müze olarak tapusunun alınmasına da vesile olmuştur.
Alpözen, 26 Temmuz 1979 yılında Mücap Ofluoğlu’na tapu hikayesini şöyle anlatır:
“Kale 19 yıl boyunca, değişik müdürlerce müze olarak kullanıldığı halde, nedense ‘Kullanma Hakkı’ konusu unutulmuş. İşte ben 13 Nisan 1979 günü kaleyi, müze olarak Tapu Sicil Muhafızlığı’na kaydettirdim. 18 yıldır su altındayım. Arkeolog olarak, lisans tezim de Gelidonya Burnu Batığı. Geçen yıl Haziran’da buraya geldiğimde, Haluk Elbe hocamızın müzesinden pek bir şey kalmamıştı diyebilirim. Tüm ekip kolları sıvadık, çiçek dikme savaşımından yapıtları çoğaltma, değerlendirme savaşımına dek yeni bir çalışma programını sevgiyle, coşkuyla uygulamaya koyulduk. Müzemizi yarının sanat ve kültür merkezlerinden biri yapmaya kararlıyız. İki yıl içinde üç sergi salonumuza, üç salon daha eklemeyi amaçlıyoruz. Tüm yapılar yeniden elden geçiriliyor. Modern müzecilik anlayışının gereklerin yerine getirmek için arkadaşlar yarış içindeler”…
Bir gerçeğin altını çizmek, bilmeyenleri de uyarmak gerekir.
Bodrum Kalesinin bugün sahip olduğu ulusal ve uluslar arası kimliğini sağlayan iki isimden birisi olan Oğuz Alpözen de tıpkı Haluk Elbe Hoca gibi eski eserlere karşı bitmeyen bir sevgiyi halka aşılayan, tüm olanaksızlıklara rağmen kazı ve restorasyon yaparak elde edilen bulgu ve verileri bir çatı altında toplayarak dünya ile buluşturan Osman Bayatlı geleneğinden gelen isimlerdir.
Bayatlı’nın kim olduğunu? meraklısı arayıp, bulup, bilgelene dursun biz; Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından hazırlanan proje ile Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin bir ibadethaneye dönüştürülmesinin toplumda dönüşüm olarak algılandığını belirterek devam edelim.
Bilindiği gibi milattan öncesine, 14 yüzyıla ait Uluburun Batığı kazıları 1982 yılında başladı ve 11 yıl sürdü. Bu süreçte kurul kararlarına göre yeni bir bina yapıldı ve açılışı dönemin bakanı tarafından yapıldı. Böyle bir sergileme dünyada ilk kez Bodrum’da yapıldı.
Kaleyi ziyaret eden milyonlarca yerli yabancı turist batık salonunu da ziyaret etti.
Yetmedi batık salonu Bodrum’a turist çekti.
Bize göre bugün yapılacak uygulamalarla uluslar arası markaya dönüşmüş bir değerin yok edilecek olması oldukça düşündürücü.
Oğuz Alpözen’e göre ise; “Bu bir kamuflaj. Asıl hedef başka”…
Bodrum Kalesi’nin dününü Mücap Ofluoğlu’dan alıntılarla anlatmaya çalıştık.
Bugününü de meslektaşımız Fatih Bozoğlu’nun Oğuz Alpözen’le yaptığı röportajdan aktaralım.
Bozoğlu, Oğuz Alpözenle yaptığı tarihe not düşen röportajında şu ifadelere yer verdi:
“Alpözen Bodrum Kalesinin içinde şapelin yanında bulunan bu minarenin 26 Mayıs 1915’de İngiliz ve Fransız Zırhlıları tarafından bombalanarak yıkıldığını söyleyerek 1980 yılında onarım izninin kendisi tarafından alındığını kaydetti. Alpözen; ‘Bu minareyi sembolik olarak yaptık. Şapel ile bir bağlantısı yok. Asla burayı ibadete açayım da Bodrumlular namaz kılsın diye bir düşüncemiz yoktu. Bu Şapel tarihi boyunca hiçbir zaman Bodrumlulara ibadethane olarak hizmet etmedi. Burası Bodrumlular tarafından hiçbir zaman kullanılmadı ve Bodrumlulara hizmet veren cami ya da mescit olmadı. Gerçek budur. Bu minarenin ayrı olarak yapıldığı ve Şapel ile birlikte olmadığı o dönemin fotoğraflarında da açık ve net olarak görülmektedir’.
Bu minarenin yapılmasındaki asıl amacın İslam ve Hristiyan dinlerinin yan yana evrensel barışı simgeleyen bir şekilde yan yana durması ve insanların bu görüntüden huzur bulmasının hedeflendiğini ifade eden Alpözen; ‘Şimdi ne yapacaklar? İçindeki gemiyi sökecekler. Bu M.S. 7.Yüzyıla ait bir Roma gemisi. Son çivisini de 1997 yılında, yani bundan 20 yıl önce dönemin Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel çakmıştı. Türkiye’de ilk defa bir müze Cumhurbaşkanı tarafından açılmış oldu’.
Alpözen 20 yıl önce de benzer bir saldırının olduğunu hatırlattı. 20 yıl önce de bu geminin buradan sökülmesi için bir uğraşa girildiğini, kendisine yönelik birçok tehdit de bulunulduğunu ve bazı yayın organlarında ‘Kâfiri Bodrum Kalesinden atıyorlar’ şeklinde başlıklar atıldığını, hatta bir gazetenin, kendisinin boynuna idam ipi koymak sureti ile hedef gösterildiğini söyledi. Alpözen ’20 yıl önce de denizden ve karadan Bodrum halkı ile bütünleşerek, kaleyi sevgi çemberi içine aldık. Böylece geminin sökülmesi engellenmişti. 20 yıl sonra da aynı saldırı ile karşı karşıyayız. Şimdi ne yapacağımı bilemiyorum. Ama müzenin başında olsaydım, asla böyle bir emri uygulamaz ve uygulatmazdım. Sadece emekli bir müzeci olarak bu yapılan işlerin akla ve mantığa uygun olmadığını Bodrumlular ile paylaşabiliyorum”…
İfade etmek isteriz ki; yapılmak istenen proje ile Haluk Elbe’den, Oğuz Alpözen’e bir çok bilim insanının 50 yıllık bir çalışması ve emeği yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya.
Gelinen noktada ne yapılacağını, Oğuz Alpözen’e kulak vererek bitirelim.
Alpözen diyor ki; “20 yıl önce de o dönemin Kültür Bakanı olan sayın İsmail Kahraman bana yazılı emir vermişti. Üstelik dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in son çiviyi çakarak açtığı burayı, bilim dünyası da kabul etmişti. 20 yıl sonra neden yine temcit pilavı gibi yine önümüze koyuyorlar. Bu projenin hemen iptal edilmesi uygun olandır. Bodrum kalesi dışında yeni bir müze yapacaksanız, buyurun yapın. Ama kaleye dokunmayın. Bu kale sevginin, uygarlığın tepe noktasıdır. Dünyada canlı ve yaşayan müze anlayışını uygulayan ilk örnektir. Şimdi bir sevgi çemberine ihtiyaç var. 20 yıl önce başardık. Şimdi de başarmak zorundayız”…