Geçtiğimiz haftalarda üniversite ile ilgili kaleme aldığımız yazılarda “kurucu irade ile kurulmuş irade” ayrımını ve her iki iradenin temelde neyin üzerine inşa edildiğini yazmıştık. Merak edenler yâda unutanlar geriye dönük bu yazılara bir daha göz atabilirler. Ancak bu konuyla ilgili yaptığımız genel tanımı bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Üniversite ile ilgili kaleme aldığımız yazılarımızın birisinde “Ayrımı daha net bir şekilde ortaya koyalım, kurucu irade ile kurulmuş irade arasındaki farkı daha da belirginleştirelim. Kurulmuş irade, önceden saptanmış statik bir düzenin sahibidir ve varlığını sürdürmek için erk’in ideolojik bir temele dayanmasına ihtiyaç duyar. Kurucu irade ise tam tersine önceden saptanmış bir statik düzene ihtiyaç duymaz, YÖK’ün olağan iradesi ile oluşturulacak yeni bir düzen yaratma görevini yerine getirir. Kısaca, bizim için kurulmuş irade; ideolojik temelli egemen gücü, kurucu irade ise yüksek öğrenimin olağan iradesinin tesisi için erk’i temsil eder. Bu düşünceye dayalı olarak üniversite’nin yıllardır kurulmuş bir iradenin işgali altında olduğu iddiaları da gerçeklik kazanacaktır. Üniversitenin kurucu iradesi tarafından oluşturulan organları, yasalar ile belirlenmiş yetkileri, kurulmuş iradeye, statükoya teslim edilemez. Üniversitenin kurduğu yönetim organlarına tanınan yetkilerin bir hak için değil bir işlevin yerine getirilmesi için verildiği unutulmasın. Bu nedenle üniversitenin yönetim organlarındaki yetkiler, kurulmuş iradenin masa başı memurlarına, ideolojik algılı zeminlere, vakıflara ve sendikalara velhasıl sivil toplum kuruluşlarına devredilemez” diye yazmış, kamuoyunun ve üniversitenin dikkatini çekmeye çalışmıştık. Bu tespitlerin üzerinden bir hayli zaman geçmesine karşın üniversite/kent ilişkilenmesinde bir iki cılız atak dışında olumlu bir gelişme yaşamadık. Bu durum bizi üniversite/kent ilişkilenmesinin tarafı olarak üniversitenin kendi içinde yaşadığı başka bir soruna, “otorite sorunu”na götürdü ve otorite gerçeği ile yüzleşmemize neden oluşturdu. Yazdıklarımızdan rahatsız olanlar bu gerçeği kabul etmese de kimse kusura kalmasın “üniversite de otorite sorunu olduğunu” artık kamuoyunun bilgisine sunmak isteriz. Kentin; üniversite ile ilişkilenmek adına şu süreçte kendine bir muhatap bulamayışının bize göre nedeni işte bu gerçekte yatıyor. Üniversitenin siyasi gücü ile idari gücü arasında sıkışıp kalan kent, ilişkilenmek için bu nedenle kendisine bir muhatap bulamıyor ve bize göre bu yapısı ile daha uzunca bir süre de bulamayacak. Başta yüksek siyaset, kent yöneticileri ve bürokratlar üniversitenin otorite sorununa dikkat etsin! Bu sorun hem üniversite yerleşkesinde hem de kentin ara sokaklarında telafisi mümkün olmayan kaoslara ve krizlere yol açabilir.
***
Kurulmuş iradenin, ünistatükonun masa başı memurları, vakıflar, sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu ve aslen bir ideolojik temele dayandırılmaya çalışılan gücü, idari gücün üzerinde kararlarını “kaşıma yöntemi” ile alıyor ve aldırıyor.
Uyaralım! Bu yapının bir parçası olan tüm unsurları yakın bir süreçte bir yüzleşme bekliyor olacak! Bu yapı artık bir şekilde deşifre olacak. Yönetim ve idareyi iş yapamaz, karar veremez duruma getiren, yöneticisinin ve akademisyenin yaşamın her alanında madara olmasını, prestij kaybetmesini sağlayan hatta bunu planlayan bu statik yapının oluşturduğu otorite sorunu ile bu üniversitenin kentle ilişkilenmek gibi bir hedefi olamaz. Bu büyük bir yalandır ve bizi yirmi yıldır bu yalanla oyalıyorlar.
Artık biliyor ve inanıyoruz; verdiği karar “faydasız” olanın otorite sahibi olmasının hiçbir önemi yoktur. Her rektörlük seçiminde güya iktidar sahibi olarak yasallığı kuran kimselerin ve ekiplerin meşruiyeti sağlanmış olsa da “muktedir” olamayışlarına şahitlik etmeyeceğiz, seyirci kalmayacağız. Artık Yeter! Vakıfların, marjinal siyasi oluşumların, sendikaların ve hatta ilkokul öğretmenlerinin kurucu iradeyi ve otoriteyi yerle bir edip oluşturduğu kurulmuş iradenin “spor ayakkabılı” bir yüksek okul çatısı altında buluştuğunu biliyoruz.
***
Yirminci kuruluş yılında, Başbakan ve Bakanlar Kurulu tarafından “Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi” adını alan üniversite kendi içinde bile bir dönüşümü ve ilişkilenmeyi sağlayamadı. Üniversitenin siyasi gücü ile idari gücü arasında sıkışıp kalan, kendine bir muhatap bulamayan kentin gazetecisi olarak, bu satırları kaleme alan bir köşe yazarı olarak bu sıkışıklığı yaratan masa başı memurlarının ve emanetçilerin tadını kaçıracağımızı biliyorum. Üniversitenin kendi içinde başlayan ve kıyasıya devam eden rektörlük süreci “lastik pabuçlu” statik yapının kurgu ve planlarına feda edilemez. Bilimin ve kentin içinde olmadığı bu sürece kent olarak artık müdahil olacağımız bilinsin istiyoruz. Bunun için de gereğini yapmaya kararlıyız.