DATÇA’NIN TARIM VE TURİZM KARTI & ‘EKO TURİZM’ MODELİ
Datça insanda alışkanlık yaratıyor.
Muğla Ticaret ve Sanayi Odası’nın davetlisi olarak iki hafta önce 1. Badem Çiçeği Festivaline, bu hafta sonu da 12. Datça Kış Yüzme Maratonu etkinliğine katıldık.
Sezon öncesinde yapılan etkinliklerle Datça ekonomisi canlandıran her iki projede Datça Belediyesi ve MUTSO işbirliğinde gerçekleştirildi.
Bu yıl “Kuraklık size bir kulaç kadar yakın suyuna sahip çık” temasıyla düzenlenen açık deniz yüzme maratonu Datça’yı bir kez daha binlerce kişi ile buluşturdu. Türkiye’nin dört bir yanından gelen ve maratona bu bölgeden katılan 407 yüzücünün nefes kesen mücadelesi görülmeye değerdi. Çeşitli kurum ve kuruluşların da desteklediği maratonla Datça, hem ekonomik anlamda hem de tanıtım anlamında büyük bir iş başardı.
16-18 Şubat tarihleri arasında Datça’nın en önemli üretim değeri olan Datça Bademi’nin tanıtımına yönelik festival, arkasından düzenlenen açık deniz yüzme maratonu ulaşımdan konaklamaya turizm sektörünün yüzünü güldürdü.
Kapısını, bacasına, atadan kalma mimarisini, denizini, ötesinde doğal dokusunu koruyarak marka değerini yaratmaya çalışan Datça’nın insan varlığını ve ekonomisini korumaya yönelik çabaları görülmeye değerdi.
Sahip olduğu coğrafi zenginliği, turizm potansiyeli yanında başta badem olmak üzere tarıma dayalı üretimi ile Datça kendi marka değerini yaratmanın ötesinde kendi modelini inşa ediyor.
İlçe ekonomisinin temelini tarım ve turizmle oluşturan Datça, her iki değerini de gözü gibi koruyarak bir ‘Eko Turizm’ merkezine dönüşebilir.
Hiç şüphemiz yok.
Datça’yı yönetenler ve Datça halkı bu işin bilincine varmış durumda.
Yapılması gereken şey; bu yönde çaba ve girişimleri genel bir talep haline getirmek.
Ötesinde Datça modelini var eden tarım ve turizmi stratejik planlamanın tam merkezine oturtmak.
‘Datça bunu zaten yapıyor’ diyenler çıkabilir.
Doğrudur, burada mesele Datça’nın bunu zaten yapıyor olmasını fark etmesi ve bu gerçeklikten bir yöntem çıkarmasıdır.
Bu ne demek?
Örnekleyerek izah edelim.
Datça’da iki hafta da iki farklı etkinliğe katıldık ve iki ayrı otelde konakladık.
İlki Uslu Royal ikincisi de Konak Tuncel Efe.
Her ikisine de gösterdikleri misafirperverlikten dolayı teşekkür ediyoruz.
Ancak asıl teşekkür; her iki otelin sabah kahvaltısında Datça Yarımadası’nda yetişen roka, domates, patates, marul, salatalık, turp, bal, reçel, pekmez, badem, patates, zeytin ve zeytinyağı gibi yerel ürünleri sunuyor olmasına…
Evet konforlu bir yatağı, lüks bir oteli her yerde bulabilirsiniz.
Denizi, kumsalı, ormanı…
Ancak yiyecek menüsünü, mutfağını yöresel-organik ürünlerden oluşturan çok fazla yer yok.
Datça işte bunu başarıyor.
Datça’da tıkırak biberli ot kavurmasının yerini henüz ‘zink soslu’ dondurulmuş gıdalar almış değil. Maradona Restaurant’ta; iç baklaya ‘broad beans’ değil iç bakla (!) mezgite de ‘haddock’ değil, mezgit deniliyor.
Bu vesile ile medeniyetin ve beşeriyetin doğduğu Anadolu toprağının sahip olduğu o büyük mirası ve değerleri yok sayarak turizm konusunda ahkâm kesenleri uyaralım.
Costa Del Sol’da La Manquita Katedrali’ne karşı bacağı uzatıp Malaga şarabı yudumlayarak imtiyazlı hastalığına paçayı kaptıranların atıp tutmasıyla bu işler yürümüyor.
Elbette oraları da önemli.
Ancak biz kendimizi doğru tanımlamak ve bu toprağın bize sağladığı imkânlarla şekillenen kadim yaşam kültürümüzün aslında en büyük zenginliğimiz olduğunu artık anlamak zorundayız.
Meraklısı arasın bulsun.
Eko-Turizm; kitle turizmi yapan, All Inclusive (her şey dahil) sistemine umut bağlayan ve binlerce yatağını Last Minute (son dakika) pazarlamak zorunda kalan destinasyonlarda değil, Datça gibi anam-babam butik işletmelere ve tarıma sahip destinasyonlarda yapılıyor.
Datça inanıyoruz ki bu yönüyle turizmin imtiyazlılarına karşı da mücadele veriyor.
Biliyoruz ki Datça, coğrafik konumundan kaynaklanan ulaşım ve erişilebilirlik gibi bir temel bir sorunun sahibi. Erişilebilirlik anlamında Datça’nın sadece karayolu bağlantısına sahip olması, çok el altında olmaması bize göre bir avantaj (!) Datça bunun yasını tutarak zaman kaybetmemeli ve bu mazeretin arkasına sığınmamalı.
Zira ortada çok yanlış örneklemeler var.
Datça turizmini planlayacaksa, doğru planlamalı.
Diğer destinasyonlar gibi Datça, büyük ölçekli sermaye gruplarının karşısında ellerini pantolon çizgisine getirmemeli ve zengin kaynakların fakir bekçiliğini yapmamalı.
Tarlada ürettiğini turistin sofrasına koyan Datça, bu konuda yol aldığını bize gösterdi.
Sahip olduğu değerlerden kendi modelini yaratma konusunda ısrarcı olan Datça bize göre doğru yolda.
Datça’nın modeli belli.
Datça geleceğe yönelik stratejik planını ‘Eko Turizm’ üzerinden yapıyor ve yapmalı.
Zaten var olan bu gerçeği bir an önce tescillemeli.
Erişilebilirlikte karayolunun ötesinde denizyoluna da sahip olmanın yollarını da aramalı ve yarımadaya kazandırılacak bir limanla Datça’nın turizm eksenini genişleteceği unutulmamalı.
Biraz uzattık affola…
Her iki etkinliğin gerçekleşmesini sağlayan kişi ve kurumlara, Datça Belediye Başkanı Sayın Gürsel Uçar’a, MUTSO Başkanı Bülent Karakuş’a, Duygu Tarımcıoğlu ve ekibine, Sayın Sadık Uslu’ya (Uslu Royal), Sayın Selma Ünal Hanımefendiye (Konak Tuncel Efe) ve tabi ki Sayın Akif Fidan’a, namı değer Maradona’ya özellikle teşekkür ederek sonlayalım.