Muğla Gazeteciler Platformu üyesi olarak yaptığımız etkinliklerden rahatsız olanlar var. Platformun varlığından rahatsız olanlar bir yerde, platformun yaptığı etkinliklerden rahatsız olanlar bir yerde. Durdukları yerler farklı da olsa bunlar aynı koronun kafa yapısına sahip “Koro Kafalılar.” Bu koro kafalılar her şeyin sahibi olmak ve hiçbir şeyin değerini bilmemekle özdeşleşmiş durumdalar. Korodan bir ses yükselince diğerleri hep birlikte kafalarını bir aşağı bir yukarı sallamaya devam ediyorlar. İyi ki bu kenti yönetenlere, yöneticilere ne yapacağımızı önceden söylemişiz. Yoksa vay halimize.
Camide fotoğraf sergisi açmaktan, musalla taşında serginin ikramını yapmaktan bu kentin valisi, belediye başkanı, müftüsü rahatsız olmazken koro kafalıların bunu bir skandal olarak görmeleri ne ilginç! Vakit tamam! Biz kentin modernlikten, gerilikten ve cehaletten ne anladığını yeniden tartışmaya açmalıyız. Kentin yazılı olmayan hukukunu bir daha gözden geçirmeliyiz. Çünkü kentin modernliğini bir sunilik tarlası ürünü görüyoruz. Modern olduklarını iddia edenler, okuma yazma oranı en yüksek unvanına sahip bir kentte totalitarizme karşı demokratik davranış biçimi yada muhalefeti oluşturmamıza karşı duruyorlar. Onlara göre “Biz kötü yoldayız”.
***
Faşizmin dünyanın en eğitimli toplumlarından çıktığını unutmayalım. Cumhuriyet tarihinin en aydın, en kültürlü toplumu unvanı ile sadece yetinen bu kentte rejimin bizatihi ön ayak olduğu ideolojik algı bizi farklı bir cehalet yapısını savunur duruma götürmemeli. Kentin egemen düzenini kendi ideoloji ve amacına hizmet etmesi olarak algılayan koro kafalarla bu kent bir yere gidemez. Bu kentin “bir şey yapmak isteyenlerle, bir şey yaptırmak istemeyenler” arasındaki çelişkide ömrünü tüketmesine bir gazeteci olarak artık seyirci kalamayız. Bu noktada kentin yazılı olmayan hukuku ile kentin sunilik üzerine inşa edilmiş ideolojik algısının yarattığı çelişkiyi sorgulamanın vakti geldi. Bu halde kalamayız, bu halimizden bir gelecek yaratamayız. İl oluşumuzun 100. yılına bu yüzleşmeyi yapmadan giremeyiz. ***
Artık; koro kafalıların başta CHP olmak üzere tüm siyasi partilere büyük zarar verdiğini görmek zorundayız. Demokratik gelenekle halka hizmet için seçilen ve kente yönetici olan siyasileri şimdi daha iyi anlıyoruz. Onları toplumdan uzaklaştıran, siyasetin bir hizmet aracı olmaktan çıkmasını sağlayan, kenti 940’ların tek partili rejim modeline uyduran ve seçilmiş siyasetçisine bunu koruma görevi veren ideolojik algının sorgulanmasının vakti geldi. CHP’li belediye başkanlarını, meclis üyelerini körü körüne biat ve aidiyet duyguları içine atan, eşrafına, elit ve imtiyazlılarına hizmet etmeye zorlayan düşünceye “yeter” demek zorundayız. CHP’li siyasetçilerin, seçilmişlerin iki ayağının nasıl bir pabuca sokulduğunu anlamak zorundayız.
***
“Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” ama konuyu biraz daha açalım. Kent Yazıları’ndaki muhalifliği yakından izleyen, köşenin ruhunu oluşturan sosyolojik tespitleri yakından takip eden deneyimli bir siyasetçinin bizde “düşünce rönesansına” yol açan tarihsel tespitini paylaşmaya, kentin ideolojik temellerini oluşturan düşünce sisteminin hangi dönemde ve kimler tarafından oluşturulduğunu paylaşmaya az kaldı. Bu bir yüzleşme. Temeli 40′lı yıllarda atılan ve 60′lı yıllarda perçinlenen siyasal davranış şekli kimilerine göre kentte bugün yaşanan sorunların en temel kaynağını oluşturuyor. İpucu verelim. CHP’li deneyimli siyasetçinin iddiasına göre bu kent; “ideolojik düşüncesini Atatürk’ten, davranış biçimini de İnönü’den alıyor.” Modern ve barışçıl görünümlerinin ardında sert, statik, kafatasçı ve jakobenizme kadar uzanan davranış şeklinin altında Milli Şef’in vesayet anlayışı hakim. Bu iddiaya göre kentin 1938–1950 dönemi tarihçiler tarafından araştırılmalı.
***
Bu köşede kaleme aldığımız bu yazıyı aklın ve mantığın süzgecinden değil bir başka organından anlamaya çalışan cehalet içindeki koro kafalıları uyaralım. Mustafa Kemal Atatürk bizim önderimiz ve liderimizdir. Paşa’nın “Bursa Nutku” bizi devrimci yapan tek unsurdur ve evimizin en nezih köşesinde bir “İstiklal Madalyası” onurumuzun bir parçası olarak asılı durur. Bu kentin ideolojik algısının, yazılı olmayan kent hukukunun hangi temeller üzerine inşa edildiği kuşkusuz bir araştırma konusudur. Bu tarihçilerin görevi gibi görünse de, kentin gırtlağına basan modernlik görüntüsü altındaki cehalet olgusuna, jakoben anlayışa ilk göndermeyi yapmak, onları deşifre etmek biz gazetecilerin görevi. Kentin tarihsel sürecinde modernliğin ve cehaletin tespitini yapmak, bu olguları da bugün artık bilimsel bir temele oturtmak zorundayız. Bu tespiti eşraf ve imtiyazlısına “ayıp olmasın” diye türkülerin bile sözlerini değiştirip itibarlarını korumanın peşine düşen gaflet sahiplerine bırakamayız.