Haftayı sancılı geçirdik. Bir yanda siyasetin ironiye dönüşen gerçekleri, siyasetçilerin bitmek bilmeyen bilek güreşleri, söylemler, iddialar, ithamlar. Tüm yaşananları, kaos ortamını geride bırakmak mümkündü. Her şeyi geride bıraktıran teklif Fettah Bardakçı’dan geldi. Bardakçı ailesinin Keyf Oturağı mevkiinde yaylanın girişinde kentin kültürel ve sosyal vizelerinin gümrük kapısı konumunu sürdüren yayla evine konuk olduk. Bizi bekleyen mükellef bir sofranın davetlisi olarak kuzulu kapıdan içeriye girince her şeyi geride bıraktık, sanki bir başka dünyaya adım attık. Adeta bir yeşil denize daldık. Evin sahibesi Radiye Bardakçı ablamız, evin kızları Zümrüt ve Esra hanımlar, Bardakçı ailesinin torunları Cansu ve Özgesu malikanede bizi sevgi ve samimiyetle karşıladılar. Bizi diyorum çünkü bu davet iki kişilikti. Gazeteci Yazar Özcan Özgür ve ben, Bardakçı yurdunun muhteşem bahçesinde kurulmuş masanın davetlileriydik. Bardakçı ailesinin sofrası ve misafirleri çok (ünlü) namlı’dır. Gerçek Muğla mutfağının en özgün ve en seçkin örnekleri bu malikanenin menüsünü oluşturur. Orada köri soslu yeni trend bir şey bulamazsınız. Her şey aslına ve kent kültürüne uygun olarak yapılır. Bardakçı Yurdu’nun kuzulu kapısından içeri girince bizden önce binlerce özel misafirini ağırlamış mükellef sofrayı bizi karşılar bulduk. En iyi korunan ev ödülünü alan Bardakçı Yurdu aradan geçen bunca zamana karşın ödülü neden aldığını ispat edercesine dimdik, en orijinal ve en heybetli haliyle karşımızda duruyor, adeta zamana meydan okuyordu. Ayranlanmış (badana), buz gibi hayatı (bahçesi) yem yeşil bir örgüyle çevrelenmişti. Yurt inadına yeşildi. “Bardakçı Yurdu kavunu, Kadı Kahvesinden duyulur kokusu” tekerlemesinin gerçekliğine bir kez daha şahitlik ettik. Bahçeden dalga dalga yayılan kavun kokusu adamı sarhoş eden türdendi. Bizden önce sayısız önemli şahsiyete ev sahipliği yapmış bu mükellef sofranın ince detayına geçmeden, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal başta olmak üzere Adnan Keskin, İsmail Cem, Mehmet Sevigen, Yılmaz Ateş, Eşref Erdem gibi yüksek siyasetin önemli isimlerinin yanında İzmir İl Başkanı Kemal Karataş, Narlıdere Belediye Başkanı Abdulkadir Batur’un da bu sofranın müdavimi olduğunu hatırlatalım. Bu haliyle Bardakçı Yurdu aynı zamanda bir siyasi mekan olma özelliği de taşıyordu ancak biz o gün masada bizi kendimizden geçiren sofra nedeniyle bir türlü siyaset konuşamadık. Koruk suyunu, patlıcan salatasını, domatesli bulgur pilavını, sarımsaklı börülceyi konuştuk. İşin gerçeği, Radiye, Zümrüt ve Esra hanımların ellerinden çıkmış, mutfağımızın en özgün yemekleri siyaset konuşmamıza fırsat veremedi. Bir lezzetin peşine düştük ki sormayın gitsin. Bu yolculuğa sarımsaklı, kırmızıbiberli, börülceli tarhana ile başladık. Peynir, soğan ve pırasa üçlemesinden yapılan “Kaba Hamurlu” ev böreği mısır unu ile yoğrulmuştu, üstü zeytinyağlı… Taze sıkılmış koruk suyundan sarımsaklı patlıcan salatası “mavru” (ekşi) tadıyla adeta rakının kan kardeşiydi. Hemen yanında ilk kez tadına baktığımız yine koruk suyundan yapılmış cacık duruyordu. Patenti Bardakçı ailesine ait olan bu cacık türünde yoğurt yerine koruk suyu kullanılmıştı. Bir kaşık alınca insanın Mecnun olası, haykırası geliyordu. Adamı lezzet manyağına çeviren bu sofradaki keçi peynirini ve keçi yoğurdunu geçmek olmaz. Yoğurt ve peynire tutkun bir adam olarak her ikisinin lezzeti beni o gece orada bir köleye çevirebilirdi. Kokusu Kadı Kahvesine kadar ulaşmasıyla ünlü kavunu anlatmaya gerek yok. O lezzette bir kavun için kelimeler kifayetsiz kalabilir. İyi ki Fettah Bardakçı, Bardakçı Yurdu kavunu ile yarışmalara katılmıyor. Boğaz düşkünü, bir arsız gibi davrandığımız düşünülmesin. Çok ciddi ve korunması gereken bir mutfak kültüründen bahsettiğimiz bilinsin isteriz. Çoturaklı domates, koruk ekşili cacık, kaba hamurlu börek, keçi yoğurdu, yayla kavunu, başka yerde yok. Korunacak onca şeyimiz varken korumacılık bilinci kent dokusunu oluşturan mimariye endekslenmemeli. Özenle koruduğumuz evlerimizin içinde barındırdığı bütün özgün değerlerin de korunması gerek. Bir evi korumak, bununla gururlanmak yetmez, evin içindekileri, bahçe de yetişenleri de, yetiştirenleri de korumak gerek. Gazeteci Yazar Özcan Özgür ile birlikte misafir olduğumuz Bardakçı Yurdunda koruk suyundan yapılmış cacıktan yola çıkarak kültür turizmine kadar uzanan bir süreci, turizmden, kültürden ne anladığımızı tartıştık. Muğla; müze kent, sağlık kent, bilişim kent, eğitim kent, katalog kent, bok kent püsür kent! ne menem bir kent olacağının kararını sahip olduğu özgün değerlerinden yola çıkarak belirlemek zorunda. Kimlik erozyonu ile tarumar olmuş, kimliğini yitirmiş kentlere inat Muğla’nın kent kimliğini ısrarla korumaya özen gösterdiği unutmamalıyız. Kuzulu kapıların ardında bir aile yadigarı olarak kalan, korunan ve aslında kent kimliğimizi, kültürümüzü oluşturan her türlü özgün değerin envanteri için kolları sıvamak zorundayız. Sevgili Bardakçı ailesine, kentin mutfak kültürünü korumak adına gösterdikleri gayretleri için bu köşeden herkesin huzurunda teşekkür ediyoruz. Bir mesaj ile sonlayalım. “Sevgili Radiye Abla, o gün çok yedik içtik, o nedenle gecenin finali için hazırladığın Çopur’a yer kalmamıştı. Alacağımız olsun abla.”