İstiyoruz ki “Kent kendi hikayesini anlatsın” ama yok. Bu kentin bir hikayesi yok. Muğla’da yaşayan bir Muğlalı iseniz apartmanların gölgesinde ana caddelerden geçerek işinize gidersiniz, akşama da aynı yoldan geri dönersiniz. Geçtiğiniz yollarda ya da meydanlarda dikkatini çekecek bir şeye rastlamazsınız. Bizimle birlikte kentte nelerin yaşadığına dikkat etmezsiniz. Çünkü kentin dikkat edilecek pek bir unsuru yoktur. Muğla “bildiğin gibi, bıraktığın gibidir”. Eski kent dokusu, sahip olduğu değerleri ile apartmanların ve beton yükseltilerin arasından başını uzatsa da onu fark edemezsiniz.
Arasta’nın otantik dokusu dışında misafirine verebileceği pek bir şeyi yoktur. Nostaljik yapısı ile melankolik bir hal almış eski kent dokusu dışında sizi çözen, şaşırtan ne köprüsü, ne tren istasyonu, ne limanı nede bir meydanı yoktur bu kentin. Bir şiire konu olamadığı gibi bir hikayenin de baş kahramanı olmamıştır.
***
Meşhur merdivenleri yoktur bu kentin, bir aşk çeşmesi, sevgi yolu, asansörleri, sanat sokağı, Fransız kafeleri. Resim galerileri, müzikholleri, konservatuarı, sanat atölyeleri yoktur. Burada hiçbir konuda dudağınız uçuklamaz. Bir açık hava etkinliğinde dilediğince sarhoş olamaz, bir yerlerinizi sallayamazsınız. Kışlapark’ta bir festivalin içinde karikatürünüzü de kimse çizmez, köşe başlarında ve meydanlarda çiçekçiler göremezsiniz. Kimse bu kentte fuar yapmaya kalkışmaz, hiçbir araba modeli burada teknoloji harikası son modelini tanıtmaz. Bir tiyatro eserinin prömiyeri burada yapılamaz. Şoseli yollarından yürüyerek burada bir film festivaline katılamaz, kırmızı halıda uluslar arası isimlerle tanışılmazsınız. Papa Muğla’ya gelmez, Kraliçe II. Elizabeth de kimseye selam söylemez.
***
Bu kentin mermeri, eriği, koruğu para etmez. Kovan balı kimsenin ağzını sulandırmaz, bin bir türlü balığı, lagos’u, kefali, levreği etiketlenmez. Üzümün, zeytinin coğrafi menşei belgesi alınmaz. Binlerce kilometrelik bir mavi deniz kimsenin aklına gelmez. Narenciye’nin fiyatı elli kuruşu, domatesin tonu üç kuruşu geçmez. Heyhat! Yüzyıl geçer, bir ömür geçer bunlar para etmez…
***
Yetinmelerin ve yetinenlerin kenti olarak anlatacak bir hikayemiz yok. İstiyoruz ki kent kendi hikayesini anlatsın ama yok. Bu kentin bir hikayesi yok! Varsa birileri çıksın anlatsın. Yüz yıldır mazeretlere sığındık, sürekli olarak ant içtik ve dağıldık.
***
30 Ekim’de il oluşumuzun 99. Yılıydı. O gün Muğla Milletvekili Ali Boğa’dan bir mesaj aldık. Bu haklı mesajında Ali Boğa, 100 yılda yani 2013’te nasıl bir Muğla olacağımız yönündeki hayallerimizi gerçekleştirme yolunda son kez ve kesin olarak bizi düşünmeye davet etmişti. 2008 yılında yapılan çalıştayda ortaya konan kırsal ve kıyısal bütünleşmesini sağlamış, kültürel ve doğal dokusunu koruyan, her bölgesinde sürdürülebilir kalkınmayı sektörel uyum içerisinde gerçekleştirmiş, eğitim, kültür, turizm, üretim ve ihracat merkezi Muğla hedefi için işbirliği ve koordinasyon, eğitim, planlama, yatırım ve üretim ile tanıtım ve pazarlama alanlarındaki hızlı ve etkili adımların atılması gerektiğinin altını çizmişti. Ali Boğa haklıydı. Yetinmelerin ve yetinenlerin kenti olarak anlatacak çok fazla bir hikayemiz yoktu! Bunu Ali Bey’de biliyordu.
***
Kente dair anlatılacak hikayeyi oluşturacak bu mesajı ile Ali Boğa, bu yöndeki tüm talepleri bir zemine oturtmuş, toplumsal dileklerin tamamını çerçevelemişti. Düşünün! Eğitimde, kültürde, turizmde, üretim yatırım ve istihdamda farkını koyan, hikayesini anlatan bir kent! Bu mümkün mü?
***
Elbette mümkün! Büyükşehir statüsü ile bu kent yeniden yaratılabilir. Büyükşehir statüsü ile kazanılacak planlama yetisi ve ekonomik güçle bu kenti yeniden yaratmak mümkün.
İstiyoruz ki; kent kendi hikayesini anlatsın. 100 yıl kadar geç kalmış olsak ta biz, ilk yüzyılın haylaz ve işe yaramaz çocukları, önümüzdeki ikinci yüzyılın planlamasını yapabilir kendimizi affettirebiliriz. Kentin en büyük hikayesini yazmaya bu günden başlayabiliriz.