İhlas Haber Ajansı’ndan haber merkezlerine “Domates Salçaya Dökülmeye Başladı” başlıklı bir haber düştü. Yerel ve ulusal basında mutlaka gözünüze ilişmiştir. Fethiye’li üreticilerin umutla yetiştirdiği domatesler salçalık olarak dökülmeye başladı. Üreticiden ihracata kadar geçen süreçte başına gelmedik kalmayan yerli sofralık domates, çaresizlikten salça olmlak için yola çıktı. Hani; evin küçük oğlu okula gider bin bir umutla, onca masraf, onca emek, ancak veledin okumaya niyeti yoktur, sürekli haylazlık yapar, son çarede aile onu sanayiye çıraklığa verir ya! İşte öyle; yerli domatesin salçaya dökülmesi işte öyle bir şeydir. Baktın olmadı; ver salçalığa! Salçalığı kim alır? Toptancı esnaf! Peki o kime satar? Salça fabrikasına…
***
Hikaye ilginç! Geçtiğimiz yıl Kasım-Aralık ayında başta Rusya olmak üzere Avrupa Ülkeleri ile Kuzey Irak’a domates gönderilen Fethiye’de 1,5-3 TL olan fiyatlar bu yıl çok az ülkeye ihracat yapıldığı için 30 kuruşa düşer. Suriye’deki iç savaş nedeniyle Kuzey Irak ve diğer Orta Doğu ülkelerine karadan yaş sebze ve meyve ihracatı yapılamayınca (!) talep fazlası haline gelen domates elde kalır ve fiyatlar dibe vurur. Fethiye Batı Akdeniz Hal Birliğinde; İhracat domatesi 50 Kuruş, İç Piyasa domatesi 30 Kuruşa düşünce vatandaş satamadığı domatesleri bir kasası 75 kuruştan salçaya dökmeye başlar. Yanlış okumadınız “kasası 75 kuruş!”. Bir kasada ortalama 20 kilogram domates bulunuyor. Ben hesaplamakta zorlandım, zerzevatçı arkadaşlar yardımcı oldular. Bu değerlere göre domatesin 1 kilosu; 0.0375 kuruşa geliyor. Domatesin kilosu markette ve manav da ise; 1 lira. Pazarda daha da ucuz…
***
Domates üreticisi konuşur: “Bu yıl fiyatların ani düşmesine anlam veremedik. Bu şartlarda gübre ve ilaç fiyatlarını dahi karşılayamayacağız. Çok mağdur olduk. Geçen yıl bu dönemde 3 TL’ye kadar domates sattık. Bu yıl Suriye’deki iç savaş Kuzey Irak’a domates sevkiyatını etkiledi. Ürün de bol olunca üreticiler olarak mağdur olduk”…
***
Üreticiden salça için “kasası 75 kuruşa” domates alan tüccar konuşur: “Hemen her yıl haziran ayında alım yapardım. Bu yıl domates fiyatı çok düştü. Vatandaş domatesi derelere dökecekti. Bunu önlemek için alıma başladım. Şu anda domates alarak çevrecilik görevi de yapıyorum. Domatesin kasası 75 kuruştur. Çevreyi kokudan ve sinekten kurtarıyorum”…
***
Tüccar; yılın çevrecisi olmaya aday. Tüccarın yöreye, yerleşkeye sağladığı sağlık ve hijyen boyutu da işin cabası. Tüccar; özgün kaynakların değerlendirilmesi, yerel üretimin desteklenmesi, istihdam yaratılması anlayışı ve çevreyi pis kokudan, börtü böcekten kurtaran haliyle yılın “en ticari çevreci” yurttaşı…
***
Her konuda olduğu gibi kentin tarımsal üretimleri konusunda bir stratejik planlamaya sahip değiliz. Birliklerin, meslek odalarının da galiba böyle bir derdi yok. Eğer olsaydı Fethiye’de üretilen yerli sofralık domatesin kasası 75 kuruştan satılmazdı. En azından buna izin verilmezdi. Ürünü ile ne yapacağını bilmeyen birlikler, meslek odaları ve borsalar sayesinde planlamadan ve ticari stratejiden yoksun kalan tarımsal ürünlerimiz; domatesimiz, narenciyemiz dalında ya da tarlasında kurda, kuşa yem olmaz, tonlarca domates salçaya dökülmezdi. Üstelik 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar ve Borsalar Kanunu’nda “ Ticaret ve sanayi odaları, ticaret odaları, sanayi odalarının görevleri” açıkça belirtilmişken…
***
Hepsi iyi insan, ideal eş ve hepsi seçkin ailelere sahip. Çoğu da çok yakın dostumuz. Ama iyi olmak bazen yetmiyor. Eğer siz yönetici olarak kentin kaderini, yol haritasını çizecekseniz bunun için sadece iyi bir insan olmanız yetmez. İyi insanların elinde kent ne yazıktır ki; kötü yönetiliyor ve biz artık iyi insanların kötü yöneticiliğine şahit olmak istemiyoruz. Bizim dışımızda herkes düğmeye bastı! Yöreye ait tarımsal ürünlerin tescilleri yapıldı, coğrafi işaret belgeleri alındı ya da alınacak. Aydın, Denizli, İzmir gibi komşu iller kendi kentlerini bir dünya markası yapmak adına kendi markalaşma süreçlerini başlattı. Dünyanın her yerinde, birçok ülkede kentin markalaşma çalışmaları tanıtım çalışmaları ile birlikte yürütülüyor ve bu çabanın içinde bölgeye özgü ürünler ön plana çıkartılıyor. Yöntem bu.
***
Bir kentin mutfağı, gıda ve tarım ürünleri; kentlerin bilinirliğinde, tanınmasında ve markalaşmasında en büyük katkıyı sağlıyor. Bu açıdan bakıldığında gıda ve tarım ürünleri konusunda Muğla insana şanslı gibi görünse de aslında ne yapacağının kararını vermemiş, stratejik planlamasını yapmamış ve sonuçta marka değerlerini bir türlü oluşturamamış çok “şanssız ve bahtsız” bir il.
***
Köyceğiz, Dalaman, Ortaca’nın narenciye ürünü ile, Datça’nın Bademi ile, Milas’ın zeytini ve zeytinyağı ile, Marmaris ve Muğla’nın çam balı ile müthiş bir gıda ve tarımsal ürün yelpazesine sahip olan bir coğrafyada tüm bu üretim gücü ile “ne yapacağını bilmemek” ne kadar acı! Kendine özgü ürünlerini ulusal ve uluslar arası rekabette el yordamı ile pazarlamaya çalışan meslek odası yöneticilerine bir daha ve bir daha, kerelerce “bedavaya seçilme keyfini” yaşatmayın. Bu topraklara yazık oluyor. Artık bu topraklarda bu kez “avcılar değil, bir kere de aslan kazansın”…
***
Bu toprakların bize sunduğu gıda ve tarım ürünlerinin karakteristik özelliklerini korumak, üretimlerine devam ettirtmek, üretileni büyük insanlığın hizmetine sunmak aynı zamanda bu toprağın insanına, yaşam ve kültür mirasına sahip çıkmak anlamına gelir. Bu ne zaman anlaşılacak, ne zaman harekete geçilecek? Yedi veren toprağının, yedi bir yerinden fışkıran tarımsal ürünlerinin kaçı kentin markalaşma sürecinin argümanı görülecek?
***
Bir önceki “Deve gibi koşmak, kuş gibi uçmak” adı taşıyan yazıda iş adamı Orhan Merpez’i bölgelerine sağladıkları istihdam ve yatırımlar nedeniyle, tarımsal ürünlere bakış açıları ve bu bakış açısından kaynaklanan; yatırım yapabilme becerisine sahip oldukları gerekçesiyle Muğla Ticaret ve Sanayi Odası’na başkan adayı olarak önermiştim. Merpez’in başını ağrıttığımın farkındayım ama Merpez; vizyonu ve misyonu ile iyi bir örnekti. Ben; Gazeteci Nejat Altınsoy; “Köyceğiz, Dalaman ve Ortaca’da dalında tarlasında kurda kuşa yem olan narenciye üretimini bir markaya dönüştürüp dünyanın her yerine ihraç etmiş, Ağla Yaylası’nın boşa akan suyundan da bir ulusal marka yaratma becerisi gösterebilmiş başka kimseyi tanımıyorum”. Merpez, yazı için kusura kalmasın…