Övgü de sövgü de bizim kaderimiz. Kenti yazan köşe yazarları olarak oda seçimleri ile ilgili yazılar sonrasında çok sayıda ilişkilenmenin sahibi olduk. Arandık, sorulduk. Bu ilişkilerin temelinde de “Meslek odaları ne iş yapar?” sorusuna yanıt aradık ve çok ilginç izlenimlere rastladık. Buradan edindiğimiz izlenime göre bu odaların pek bir kimseye bir faydası yok.***
“Bu ülkede hemen her meslek grubunun bir odası var. Adı üstünde bunlar oda. Meslek Odaları adını evimizdeki odadan almış. Yani bu odalar içerik olarak hanemizdeki odalarla aynı. Tek farkı hane halkı evin odaları için aidat ödemiyor. Oda yönetimleri kendi hanelerinde bulunan oda ile meslek odası arasındaki farkı henüz ayırt edemiyorlar ve oraları evlerinin odası gibi kullanıyorlar”. Bu bir mühendisin iddiası.
***
Bu yazıya konu olan mühendis odaya kayıtlı. “Sağ olsunlar beni yılda bir kez hatırlıyorlar” diyerek başlıyor sözüne. Bu aramanın sebebini de şöyle açıklıyor. “Aidatı ödemek ve para karlığı iş yeri belgesini onaylatmak”. Birde haklarını yemeyelim “seçim zamanı” arandıklarını belirtiyor mühendis bey. “Yılın diğer günlerinde ortalıkta görünmezler, hayalet Casper kostümünü giyerler, görebilene aşk olsun” diye de devam ediyor.
***
“Meslek odalarının bulundukları binalara dikkat ettiniz mi?” diye soruyor mühendis bey. Odaların hizmet binalarının Çankaya Köşkü kadar lüks olduğuna dikkat çekiyor ve “bu kadar lükse gerek var mı?” diye soruyor? İkinci sorusu ise bu lüksün hangi paralarla sağlandığı. Mühendis bey sorunun cevabını yine kendisi veriyor; “Tabi ki bizim paralarla”…
***
“Her yıl, bilmem hangi ülkeye gidiliyor, dış geziler düzenleniyor. Heyetin başında oda yönetimi ve etrafında hamili kart yakınları. Biz gidemiyoruz ya” diyor mühendis bey; “onlar bizim yerimize de yiyip içip, gezip görüyorlardır” diye düşünüyor. Bu gezilerde çeken hatıra fotoğrafları ile yetindiklerini belirten mühendis bey işin detayını da internet ortamında sanal dünyada ya da magazin dergilerden takip ettiklerini belirtiyor. Boy boy fotoları…
***
“Bu odanın bize bir faydası yok” diye ısrarla belirtiyor mühendis. “Bize yok ama birilerine mutlaka fayda sağlıyordur” diyerek kendini avuttuğunu ifade ediyor. Zaten yükünü tutmuş, emek sermaye ilişkisinde sermayenin yanında yer almış patronların oda yönetimine, seçilmişliğe olan düşkünlüklerini bir türlü anlamadığını da sözlerine ekliyor ve soruyor; “Peki benim küçük esnafım, orta ölçekli işletmeler için ne yapıyorlar? Sadece odayı faaliyette görsünler diye bir iki seminer, birkaç protokol”.
***
“Böyle dediğin zaman” diyor mühendis; “Sevimsiz oluyorsun. Adamlara; yani oda yönetimine sorarsan adamlar çalışmaktan helak olmuşlar. Şu ülkeye gitmişler, şu seminere katılmışlar, şu protokolü imzalamışlar, belediye ile görüşmüşler falan filan. Ama bizim işletmelerimiz bunların hiçbirini hissetmiyor. Hissediyor olsaydık bizim sorunlarımız da çözülürdü ama sorunlarımız çözülmüyor, işimizde gücümüzde de ciromuz bir kuruş artmıyor”.
***
Mühendis beyin bu tespiti beni çok yaraladı. Ben günlerdir yazıp, çizmeye, dikkat çekmeye çalışırken mühendis bey yaptığı tespit ile konuyu öyle bir özetledi ki anlatamam. Odaların hizmet adına ürettikleri “işletmeler tarafından hissedilmiyordu”. O zaman bu üretim; anlaşmalar, protokoller kimin işine yarayacaktı? Sorun işte tam da buydu. Mühendis beyin bu tanımlaması aslında seçen ve seçilen ilişkisindeki travmanın (sarsıntı) ta kendisini tariflendiriyordu. Bu seçilme meselesinde bir sorun vardı.
***
“Oda başkanı olmak, yönetimde olmak ve meclisin tepesinde oturmak” nasıl bir kariyerdi ki, adama ayranı içirip ayrı düşürüyordu? Meslek gruplarına hizmet etmek için kurulmuş odaların hizmetleri nasıl oluyor da meslek erbabları ve işletmeler tarafından hissedilmiyordu? Arada engeli oluşturan neydi?
***
Mühendis bey bu çerçevede söylemini sertleştirdi. “Bu adamlar hangi bürokratın daha üstünde bir makama sahiplerdir ki, Cumhurbaşkanı’nın odası gibi lüks odaları, lüks arabaları ve binaları oluyor? Bu ülkede kimse bunun hesabını neden sormuyor. Zavallı memura ‘nerden buldun yasası’ çıkarıyorlar, bu adamlara ‘bu lüksü nerden buldun’ diye sormuyor”.
***
Mühendis bey, biraz kırgın ve bir hayli de kızgın. “Madem bizim aidatlarımız bu kadar lüksü karşılayacak düzeyde, neden insaf edip şu aidatları biraz indirelim ‘bize fazla geliyor’ demiyorlar. Ya da iki yılda bir toplayalım demiyorlar? Hiç bir meslek odasının, hiç bir meslek mensubuna üç kuruşluk faydası yok. Kapatsınlar bu odaları, biz daha fazla sömürülmeyelim”.
***
Sevgili mühendisin bu söylemlerinin ardından bizde bir iki kelam laf ettik ve “Odaların para ödeme yeri haline gelmesi, yarı devlet kurumu iken, kendilerini sivil toplum örgütü saymasını biz bir garabet olarak nitelendiriyoruz. Ödenen aidatlar, onay belge ücretleri, gelir değerlendirmesi, faaliyetler ve harcamaları denetlemek sadece devletin işi değil. Ancak oda yönetimi, disiplini, denetimi aynı gurubun içinde olunca böyle şeyler olabiliyor. Yüksek siyaset; oda saltanatının farkında ve bu saltanata karşı, meslek odaları konusunda bir çalışma başlattı. Artık üyelerinden sadece para toplayan odaların kapısına kilit vurulacak” dedik. Ancak son sözü yine mühendis bey söyledi. “Abi; böylesine lüks binaların kapısına kilit vurulması iyi değil ama bu binaları kiraya verseler! Mesela büyük şehire! Gelirini de odaya kayıtlı üyelere, ihtiyacı olan esnafımıza kredi sağlasalar daha çok iş yapmış olmazlar mı? Nasılsa odanın kendine ait iki ayrı yerde hizmet binası var! Olmaz mı?”…