Geçtiğimiz haftayı bir değerlendirme yazısı ile kapatmıştık. Değerlendirme yazısında yer alan ve uyarı niteliği taşıyan son bölümünde topluma yönelik; “Farkında değilsiniz! Bu kentte gelene ‘hoş geldin’, gidene ‘güle güle’ dönemi artık bitti. Haberiniz olsun! Biz artık bu kentin ne geleni nede gideniyiz. Bizim ev sahipliğimiz sermaye gruplarının kente girmesi ile, üniversitenin oluşturduğu popülasyonla ve bir çok yerel faktör nedeniyle maalesef bitti. Biz artık bu kentin sahibi değil, kiracısıyız. Merak edenler adrese dayalı nüfus sistemine göre belirlenen seçmen sayısına bakarak bu kentin kime ait olduğunu görebilirler. Hala fark etmediniz ama Muğla; ‘Muğlalı’ adayları son kez çıkarabileceği bir seçime gidiyor. Bir dönem sonra bu topraklarda ‘yerli aday’ konuşulmayacak” tespiti yapmıştık.
***
Bu tespit bazı yerel siyasetçileri çok rahatsız etmiş. Bunu birkaç görüşmeden ve elektronik postaya düşen mesajlardan anladık. Tespit bir endişeyi de beraberinde getirmiş, bir fobiye neden olmuş.
***
Bu tespiti samimiyetle, sükunetle karşılayanların yanında; “Elinde cetvel mi var kardeşim ölçtün bitçin de mi bunu yazıyorsun?” diyenler de çıktı. Ancak ben her şeye, tüm eleştirilere karşın yine de kendilerine; “elimdeki cetvel resmi kurumlarda kış uykusuna yatan sayısal verilerde duruyor” demeyeceğim. “Merak eden arar bulur” deyip işi uzatmayacağım. Zira yaptığımız bu tespitin siyasette ikbal ve istikbal peşinde koşan tayfanın canını çok sıktığını gözlemledik. “Ne yani şimdi biz azınlıkta mıyız?” diyenlerin bu gerçeği pek öyle kolay kabul etmeyeceklerini zaten biliyor, böyle bir tepki de bekliyorduk.
***
İyi anlaşılması için bir kez yineleyelim. Muğla; “Muğlalı” yerli adayları son kez çıkarabileceği bir seçime gidiyor. Bir dönem sonra bu topraklarda “yerli aday” konuşulmayacak. Bu Muğla’nın en çok korktuğu şey! Ancak Muğla’nın da artık korkularıyla yüzleşme zamanı geldi, kapıya dayandı.
***
Bu sosyolojik tespit; “Biz bittik, şehir elden gidiyor” şeklinde “fobik” bir algıya dönüştürenler de “gerçek bir sindirim sorunu” yaratabilir. Bu tespit meraklısında “artık yerli çoturaklı domates ve galle patlıcan yiyemeyeceğiz” mi sorusuna neden olabilir. Bu mideden ve boğazdan geçen bir bakış açısıdır. Ancak biz herkesin bu tespiti organ öncelikli bir bakış açısıyla değerlendirmeyeceğine inanıyoruz. Siyaseten bu tespit nereye oturur, kim takar, kim çıkarır? onu bilemeyiz. Sonuçta bu tespiti “takan da olur, takmayan da!” O artık siyasetçinin meşrebine, kalibresine göre değişir inancındayız.
***
Kentin genel seçmen yapısı içerisinde ilk olarak 2009 yerel seçimlerinde fark edilen bu durum henüz siyasete yansımadı. Siyasi zeminde henüz kendine bir yer edinemedi, siyasetçinin elinde bir argümana da dönüşmedi. Muğla’da uzun süredir yaşanan “yerli- yabancı” tartışmasına yeni bir boyut getireceğine inandığımız bu tespit, bizim başımıza bir iş açsa da bu gerçeği, genel seçmen yapısını ve oranlarını değiştirmeyecektir. Bir üniversiteye ve bir sosyoloji bölümüne sahibiz. Bilgi orada öyle “havada asılı dururken” biz; yerel ilişkilerin ve sığ politikaların özensiz ve derinliksiz söylemleri ile büyük şehir statülü bir seçime doğru yol alıyoruz.
***
İnancımız o ki; bu “sosyolojik med cezir” ile ilgili olarak belki de ilk siyasi yüzleşme büyük şehir seçimlerinde yaşanacak. 70’li yılların “Muğla’yı Muğlalılar yönetir” anlayışı ile kentin egemen gücü halini alan siyasi model, 40 yıl sonra genel seçmen yapısındaki değişiklik nedeniyle “avantajlı söylem ve model” olmaktan çıkacak. Genel seçmen yapısı ortadayken artık bu söylemin sahibine sağlayacağı bir avantajı yok! Ancak siyasi ikballerini her şeyin üzerinde tutan siyasetçiler bu işe uyandılar, bu verilere ulaştılar.
***
İşin bir başka boyutu ile sonlayalım. 70’li yıllarda temeli atılan bu tercihli siyasi model ile kendisine siyasette kalıcı yer edinenler, her şeye karşın kentin sürekli kazananı olarak kalmak adına mutlaka bu sosyolojik med cezirin içinde yer alacak, varlığını bu yapıda da sürdürmek isteyecektir. Bu bize; genel seçmen yapısı değişince siyasetçinin (yine ve yeniden) seçilebilmek adına neler yapabileceğini gösterdiği gibi yöntem ve uygulamaların yerli halkla neden çeliştiğini, siyasetçinin kendi seçmeninden ve tabanından neden vazgeçtiğini de açıklar…