Yılını tam olarak hatırlamıyorum. Sanırım 1967 yılı.
İsmet ve ben iki kafadar, Şeker Bayramı arifesindeyiz.
Uzak akraba bir abimiz, şekerci de çalışıyor.
Şekerci dediğimiz öyle pakette, hazır şeker alıp satan değil.
Bildiğin ‘anam babam’ akide şekeri yapan bir ticarethane.
Bir şekerci dükkanı yani.
Nerede? Arasta’da Şadırvan meydanında…
(Şimdi yok, izi bile kalmadı)
Yıl 1967. O zamanlar Ramazan Bayramı’na Şeker Bayramı da denilirdi.
Çocukların ilgisi ise ramazana değil, şekere idi.
67’de bir sonraki gün bayram, biz arife günündeyiz.
İki kafadar bayram arifesinde, şekerin peşindeyiz.
Akide şekeri, düdük şeker, horoz şekeri ve kaynana şekeri favorilerimiz.
Uzak akraba abimiz şekercide kalfa.
Gitsek gözünün içine baksak, bir avuç şekeri kıvırır mıyız?
Herhalde kıvırırız, İsmet ve ben anında şekercideyiz.
Alt katı depo, üstü imalathane olan şekerciye arada bir gidip geliyoruz.
Uzak akrabayı görmek işin bahanesi, aslolan şeker tabi ki.
Şekerci Usta bizi biliyor, arada başımızı okşayıp babaya selam gönderiyor.
Arefe günü, Arasta’nın her bir yanında bayram havası.
Kocahanın önünden Arasta’ya oradan Zahire Pazarına kadar her yer bayramlıklarla dolu. Donlar, gömlekler, pantolonlar, elbiseler, tayyörler, ayakkabılar, don-fanila sergileri insanları kendine çekiyor.
İnsanlar ve bayramlıklar kolkola girmiş, bir geleneği sürdürüyor.
Taze çekilmiş kahve, yeni kavrulmuş leblebi ve onlarca baharat kokusu bir sarmaşık misali Arasta’yı sarıp sarmalıyor.
Arasta’nın altın yılları.
Şehrin kalbi burada Arasta’da, Yağcılar hanında, Peynirciler çarşısında atıyor.
İki kafadar, o kalabalıktan sıyrılıp şekerciye yöneliyor, üst kattaki imalathaneye çıkıyoruz.
Mozaikten yapılmış yüksek tezgâhın üzerine akide şekeri yeni dökülmüş, renkli bir hamuru andırıyor.
Ekip dört bir koldan işe girişmiş.
Zira şeker hamuru soğumadan şekil vermek gerekiyor.
Çıraklar pire gibiler, kimi saç burgusu yapıyor, kimi de yuvarlama…
Böyle bir manzara karşısında dayanmak zor geliyor.
Şekerden bir parça almak için mahsun olmak gerekiyor.
Uzak akraba abimiz, bu mahsun duruşa daha fazla dayanamıyor, elindeki rulodan bir parça şekeri bize fırlatarak işkenceye son veriyor.
Henüz soğumamış katı-sıvı arası şeker, boğazımıza diziliyor.
Bilenler bilir, bu haldeyken şeker öyle kolay yenmiyor.
Eveleyip gevelemek, ötesinde alıp üfürmek ve soğumasını beklemek gerekiyor.
Akide şekeri (!)
İnsanın aklını başından alıyor…. ©