“Başka Bir Sağlık Sistemi Mümkün”…

8

Birlik Sağlık Sen Muğla İl Başkanı Abdullah Gül, Muğla Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nükleer Tıp Merkezi’nde tiroit sintigrafisi servisindeki çekimlerinde hastalara olması gerekenden çok daha yüksek dozda radyoaktif madde verildiği, bunun organize ve bilinçli bir şekilde yapıldığı iddiası ile Muğla Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunur.
Konuyla ilgili müfettiş araştırması yapılır ve skandal tespiti sonrası hizmeti veren firma yasaklı ilan edilir. Halk sağlığını tehdit eden bu skandala karşın adli yönden ‘soruşturmaya gerek yok’ kararı verilince sendika başkanı Gül, konuyu yargıya taşır. Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunur. Sadece doz aşımı değil, sahtekârlık yapıldığıiddialarına yönelik eldeki bilgi ve belgeler paylaşılır ve başsavcılık, organize suçlar savcısını görevlendirir.
Skandal,içeriğiyle yerel ve ulusal basında yer alır. İki gazeteci; Şule Aydın ve Timur Soykan skandalı haberleştirir, Arkasından diğereri gelir ve skandal Türkiye gündemindeki yerini alır.
Dün itibariyle CHP’li Milletvekili Cumhur Uzun, skandalı meclise taşıdı. Muğla Tabip Odası bu ciddi halk sağlığı sorununa karşı disiplin soruşturması başlattığını, olayın takipçisi olacaklarını ve sağlıkta özelleştirme politikalarına karşı mücadeleyi sürdüreceklerini duyurdu. Kamuoyuna, eşit, ücretsiz ve nitelikli sağlık hizmeti için birlikte hareket etme çağrısı yapıldı.
Muğla Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yaşanan radyoaktif doz skandalı, Türkiye’nin sağlık sistemindeki denetim mekanizmalarının yetersizliğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Son beş yıl içerisinde, Muğla Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nükleer Tıp Merkezi’nde tiroid sintigrafisi işlemleri sırasında hastalara olması gerekenden çok daha yüksek oranda radyoaktif madde verildiği iddiaları Sağlık Bakanlığı’nın iç denetim raporlarına yansımış durumda.
Uyaralım. Bu tür olaylar yalnızca bölgesel değil, ulusal düzeyde ciddi sağlık ve güvenlik risklerine işaret ediyor. Zira ilgili tıbbi hizmetin, Türkiye’nin birçok ilindeki hastanelerde aynı firma tarafından sağlanması kafaları iyice karıştırıyor.
Uzmanlar, bu doz aşımlarının tiroid fonksiyon bozukluklarından kanser riskine kadar pek çok sağlık sorununa yol açabileceğini, bugüne kadar bu işlemleri yaptırmış binlerce vatandaşın sistematik bir şekilde taramaya alınması gerektiği açıkça ifade ediyor.
Kamuoyu ‘Bakanlık ne yapıyor?” sorusunu soruyor ve gözünü yargı sürecine çeviriyor.
İfade etmek gerekir bu olay, sağlık hizmetlerinin özelleştirildiği alanlarda yeterli kontrol ve şeffaflık mekanizmalarının bulunmadığını bir kez daha gözler önüne serdi. Kamu hastanelerinde hizmet veren taşeron firmaların yıllar boyunca denetlenmeden faaliyet gösterdiği iddiaları yalnızca idari bir zafiyet değil, aynı zamanda halk sağlığına yönelik doğrudan bir tehdit oluşturuyor.
Bakanlık, raporlarında ihlalleri tespit etmiş olsa da bu raporların ne zaman hazırlandığı, nasıl yayımlandığı ve kamuoyunun neden bu kadar geç bilgilendirildiği soruları yanıt bekliyor.
Skandala neden olan bu ihmal yıllar boyu süren sistematik bir uygulamaya dönüşmüşse, ortada bireysel değil kurumsal bir sorumluluk vardır. Bu noktada sorumluluğun yalnızca uygulayıcı firmada değil, denetim görevini yerine getirmeyen kamu otoritelerinde de aranması gerekir.Şunu kabul edelim: Sağlık sistemimiz, dijitalleşmiş yüzüne rağmen hâlâ eski alışkanlıklarını devam ettiriyor. Hastanelerde yaşanan skandalların büyük bir çoğunluğunu da belki bu eski alışkanlıklar oluşturuyor.
Bugün Muğla’da yaşanan ve belki de Türkiye’nin dört bir yanına yayılmış olabilecek bu skandal, sağlık politikalarının daha şeffaf, daha hesap verebilir ve halk sağlığını önceleyen bir yaklaşımla yeniden inşa edilmesini zorunlu kılıyor. Aksi halde, yalnızca kamu güvenini değil, halk sağlığını da geri dönüşü olmayan bir biçimde tehlikeye neden olacaktır. Türk Tabipler Birliği’nin, Sağlık Emek ve Meslek Örgütleri ile birlikte Sağlıkta Dönüşüm Programı ve uygulamalarına karşı yürüttükleri mücadelenin sloganı ile bitirelim.
“Başka Bir Sağlık Sistemi Mümkün”…

Haberi Paylaş