Gözaltı sürecine yönelik

27

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, Türkiye’de siyasetin geleceği açısından kritik bir dönüm noktası oldu. Yaşanan bu gelişme demokratik süreçler, insan hakları ve siyasi dinamikler bakımından birçok tartışmayı beraberinde getirdi. Yaşananları demokrasi açısından değerlendirmek gerekirse; Seçilmiş bir belediye başkanının gözaltına alınması, alınış biçimiyle demokratik süreçler açısından ciddi kaygılara yol açtı.  Demokratik yönetimlerde halkın iradesiyle seçilmiş kişilerin ancak hukukun üstünlüğüne uygun biçimde görevden alınabileceği ve yargılanabileceği kabul edilir. Ancak, muhalefetin önemli bir figürü, ötesinde ana muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olan İmamoğlu’nun üstelik ön seçim haftasında gözaltına alınması, iktidarın siyasi rakiplerini yargı yoluyla etkisiz hale getirme çabası olarak yorumlandı. İç ve dış haberlerde bu durumun Türkiye’de demokrasinin sağlıklı işleyişine zarar verme potansiyeli taşıdığına vurgu yapıldı. Dahası bu tür adımların demokratik kurumların bağımsızlığını zayıflattığı ve halkın seçim sürecine olan güvenini sarsabileceğine dikkat çekildi. Türkiye’nin geçmiş yıllarda yaşadığı benzer olaylar göz önüne alındığında, bu tür gelişmelerin demokrasiye zarar verdiği ve kutuplaşmayı artırdığı ifade edildi. İmamoğlu’nun gözaltına alınması, insan hakları perspektifi açısından da ele alındı. Demokratik, hukuk devletinin temel ilkeleri olan hukukun üstünlüğü ve adil yargılanma hakkı uygulamasının aksine gözaltı sürecinin şeffaf olmaması, siyasi baskı iddialarını gündeme getirdi. Gözaltı sırasında İmamoğlu’nun evinde yapılan aramalar ve güvenlik güçlerinin yoğunluğu, özel hayata saygı ve özgürlükler açısından da eleştirildi. Gözaltına alınma sürecinde İmamaoğlu’na yapılan uygulama, bireylerin hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasına yönelik bir eğilim olarak nitelendirildi. Birçok haber içeriğinde Türkiye’nin uluslararası insan hakları sözleşmelerine taraf olduğu, bu tür bir gözaltının hukuki dayanaklarının sağlam ve şeffaf olması gerektiği hatırlatıldı.
Süreç politik açıdan da Türkiye’nin siyasi atmosferi üzerinde doğrudan bir etki yarattı. CHP’nin 2028 cumhurbaşkanlığı seçimleri için İmamoğlu’nu aday göstermeyi planladığı bir dönemde gerçekleşen bu gözaltı, muhalefet tarafından ‘siyasi darbe’ olarak nitelendirildi. İktidar ise gözaltının siyasi darbe olmadığı, yargı sürecinin devam ettiği, muhalefetin devam eden yargı süreci üzerinden bir linç kampanyası yürüttüğü yönünde açıklamalar yaptı. CHP’nin başlattığı protesto mitingleri ve ‘Demokrasi Nöbetleri’ sonrasında iktidar,  adaletin tecellisi için yürüyen soruşturmaları etkilemeye yönelik tavır ve davranışlar yerine sağduyu ile hareket edilmesi gerektiğini, tarafsız ve bağımsız yargının vereceği kararın herkes için bağlayıcı olduğunu, saygıyla karşılanması gerektiğini ve sokak çağrılarının asla kabul edilemez olduğu yönünde açıklama yaptı.
Bilindiği gibi İmamoğlu, yerel seçimde büyük bir zafer kazanarak iktidara karşı güçlü bir muhalefet sergilemiş ve sonraki seçimler için önemli bir figür haline gelmişti.  Dolayısıyla gözaltına alınması, muhalefet cephesinde büyük tepkiyle karşılandı, ülke genelinde partiler üstü geniş çaplı protestolara yol açtı. Bunun yanında muhalefet partileri arasındaki dayanışmayı arttırdı, önümüzdeki süreçte siyasi güç dengelerinin değişme ihtimaline de bugünden bir zemin oluşturdu. Öte yandan, iktidarın bu tür hamlelerle muhalefeti sindirmeye çalıştığı yönündeki algılar, hem iç politikada hem de uluslararası arenada Türkiye’nin demokratik imajını tartışılır hale getirdi. Sonuç itibariyle Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, demokrasinin geleceği, insan hakları ihlalleri ve siyasi dengeler açısından kaygı verici bir gelişme olarak siyasi tarihteki yerini aldı.
Gözaltı sürecini ve yaşananları Muğla özelinde değerlendirmeyi bir sonraki yazıya bırakalım… ©

Haberi Paylaş