Pirinçli pilav günü ile başlayan süreç sonrasında yaşananlar kentin siyaset kazanını iyice ısıttı. Siyaset erbabı dikkatli olsun. Artık kentin kendi içinde yaptığı her türlü söylem ülke gündeminde yer buluyor. Bu her ne kadar Muğla gazeteciliğinin gücünü ortaya koyuyor olsa, Muğla’yı haberciliğin bereketli toprağı gibi gösterse de aslında bu bereketin asıl sahibi siyasetçiler…***
Siyaset sıkışınca, söylemler sertleşince siyasetçinin kalitesi de ortaya çıkıyor. O nedenle siyasetçi her söyleminde kendine seçilme hakkı veren seçmeninin güvenini, o düşüncedeki insan topluluğu adına konuştuğunu göz ardı etmemeli. Ayrıca siyasetçi tıpkı eylemler gibi söylemlerinde kendisini dramatik bir dönüm noktasına götüreceğini hissedebilmeli. Yerelde yada genelde sayısal çoğunluğun sahibi olan siyasetçi bile her şeyi, her düşündüğünü söyleme hakkına sahip olmadıklarını bilmeli.
***
Yanlış söylem; siyaseti yozlaştırır, sahibi siyasetçiyi yoldan çıkartır. Siyasetçi kendisinden önce bunca yaşanmışlıklar ortada dururken, bile bile aynı yanlışa düşmemeli, söylemlerinde kantarın topuzunu kaçırmamalı. Söylemi yaptıklarının önüne geçen siyasetçi toplum katında saygınlığının zafiyete uğrayacağını, eriyeceğinin hesabını yapmalı.
***
Son iki haftadır kent siyaseti iyice sıkıştı, kişisel söyleme dayalı iddialar sertleşti ve buna dayalı olarak siyasetçi kalitesi de ortaya çıkmış oldu. Biliyorsunuz, siyasi bir tartışmanın toplum katında anlam bulabilmesi için tartışmanın ideolojik bir temele dayanması gerekiyor. Kişiye yönelik iddia, itham ve suçlamalar ideolojik olarak algılanmadığı için toplumun genelinde bu nedenle itibar göremiyor. Anlık algılamaların dışında hiçbir işe yaramıyor, şehir yerinde duruyor ve kimsenin ardından gitmiyor.
***
Bir bilek güreşi tadını alan karşılıklı suçlamalarla toplum; siyasetçiye “Tencere dibin kara, seninki benden kara” özdeyişi çerçevesinde bakmaya başlıyor. Özensiz, derinliksiz söylem ve iddiaların sahibi siyasetçi ise “Bizimkinin dibi diğerinden daha az kara” diyerek kendisinden olanı koruma içgüdüsüyle hareket ediyor. Böyle olunca da film kopuyor, bu zihniyetin siyasetçisi toplum gözünde daha da küçülüyor hatta komik duruma düşüyor. Hırsızlık suç ise kimse “Benim hırsızım diğerinden daha iyidir” diyebilir mi? Suçun ahlak temelli bir sorundan kaynaklandığı göz ardı edilebilir mi?
***
“Hekimden sorma, çekenden sor” denilir. Biz hekim değiliz ama bir “çeken” olarak bir teşhise sahibiz. Bizim sorunumuz aslında siyasetle olan ilişkimizde. Siyasete onunla ne yapacağını söylemeyenler de. İkbal ve istikbal hala siyasetin en temel sorunu. Siyaset hala bu topraklar için adak yapılan tozlu bir tepe ve siyaset hala siyasetçinin ikbaline adanmış kurban… 4 Ekim 2011 tarihinde kaleme aldığımız “Siyasetle ne yapılacağını söylemek” başlıklı yazının bir bölümüne bir kez daha göz atalım. Aradan yaklaşık 1 yıl geçmiş.
***
“Artık siyasetçi ‘Siyasete, onunla ne yapmak istediğini söylemek zorundadır’. Bizim de bunu bilmeye hakkımız vardır. Artık siyasetçinin ne söylediğine, ne söylemediğine, ne yapıp ne yapmadığına bakmak zorundayız. Siyasi partiler siyasetçiyi kontrol eden mekanizmalar olmaktan çıkarsa kontrolün toplum tarafından yapılması kaçınılmazdır. Artık halk, parti genel merkezlerinin siyasetçiyi ve söylemlerini kontrole gerek duymayan yapısının partinin toplumdan ve halktan uzaklaşmasına neden olduğunun farkında. Program, tüzük ve söylemlerinin yerine biat ve aidiyet duygularını, kent ölçekli dramatik senaryoları kullanan, siyaseti ve söylemleri dejenere ederek yeniden şekillendirip, ‘işine yarar’ hale getirenler; siyasetin ve siyasi partinin gerçek sahibinden halktan ve toplumdan uzaklaşmasında, içinin boşalmasındaki en büyük etkendir. Bu bir disiplin suçudur, ihlal’dir. Mesele bu yapılanı suç olarak görebilmektir. Parti genel merkezleri bu suçu fark etmediği, önlem almadığı sürece siyaset kendi zeminine çekilemez. Halkla, partinin sıradan üyesiyle, delegesiyle siyasetin arasına giren bu Ortodoks ruhlu, tüccar yapı siyaseti dejenere ederek kendi işine yarayan bir unsur haline getirdi. Siyasetin dilini değiştirdi. Siyasetin hedefi halktır . Ancak siyaset bu yapısı ile halkı kucaklayan bir unsur olmaktan çıktı. İçindeki taban hareketini zayıflattı, halktan uzaklaştırdı ve hareketin kanaat önderlerini dışladı. ‘Siyaset kendi zeminine çekilmeli, yüzünü de yeniden halka çevirmeli’. Derdimiz bu ve bunu sağlamak için kolları sıvadık. Her tür siyasi yapı ile işbirliğine de hazırız. Bu algının oluşması ile tüm siyasi partilerde siyasetle halkın arasına giren tacirleri saf dışı bırakabilir, siyasi partileri statükonun elinden kurtarabiliriz. Artık siyasete onunla ne yapmak istediğimizi söylemenin zamanı geldi”.