AHMET ÖZDEN AKGÜÇ NE YAZDI?
Bu köşe bir başkasının yazısına ev sahipliği yapmadı.
Ahmet Özden Akgüç tarafından Kurban Bayramı’nda ‘Yanlıştan Dönmek Erdemdir’ başlığı ile kaleme alınan yazıya kadar. Akgüç’ün yazısına dokuz günlük bayram tatilinde yazı yedeklediğimiz sırada ulaştık. Her ne kadar Akgüç, kente ilişkin görüşlerini sosyal medyada paylaşıyor olsa da böylesi önemli bir yazının başka alan ve zeminlere de taşınması gerektiğine inandık. Kendisini arayıp yazıyı kullanmak için izin istedik. Kabul etti. Muğla’nın kıyı kullanımına yönelik uzman görüşünün yer aldığı bu yazı önemli.
***
Yanlıştan Dönmek Erdemdir / Ahmet Özden Akgüç
Türkiye bir deniz ülkesidir.
Türkiye bir göller ülkesidir.
Türkiye aynı zamanda bir nehirler ülkesidir.
Yani Türk halkı su ile iç içe yaşar.
Bu günlerde Kurban Bayramını yaşıyoruz.
İnsanlarımız sahillere adeta aktılar.
Deniz aynı zamanda özgürlük de demektir.
Deniz iklimi insanların daha hoş görülü olmalarını sağlıyor.
Daha demokrat daha özgür olmasının kapılarını açıyor.
O zaman kıyılarımızı daha akıllı ve doğru planlayarak insanların kullanımına sunabilmeliyiz.
1992 yılından önceki kıyı yasamız, kıyı kenar çizgisinden 10 metre çekme mesafesi ile tesis yapma izni veriyordu.
Burada kıyı kenar çizgisi ile deniz kenarını, karıştırmamamız gerekiyor.
Kıyı kenar çizgisi, kışın lodos dalgalarının ulaştığı noktaların birleştirilmesi ile elde edilen çizgidir.
Bunun en çarpıcı örneği Datça-Palamutbükü’ndeki kıyı kenar çizgisidir.
Palamutbükü’ndeki kıyı kenar çizgisi, sahil yolunun kara yönündeki sınırından geçer.
Yani sahil yolu hukuken sahilde kalmaktadır ve yol, deniz kabul edilmektedir.
Bazı insanlar denizden çekme mesafesinin yazın denizin sakin olduğu ve kumsal ile birleştiği yerden başladığını sanıyorlar ve kumsalın da özel mülkiyete ait olacağını düşünerek çok rahatsız oluyorlar.
Hâlbuki durum öyle değil.
Kumsal da deniz sayılıyor hukuken…
Konumuza dönersek, 1992 yılında çıkarılan kıyı kanunu, kıyı kenar çizgisinden kara yönüne doğru ilk 50 metrenin kamuya terk edilmesini, ikinci 50 metrenin de günübirlik denilen restoran, kafe gibi tesislerin yapılabileceğini ön görüyor.
Otel, tatil köyü ve evlerimiz ise kıyı kenar çizgisinden 100 metre çektikten sonra yapılabiliyor.
Bu gün Bozburun, Datça gibi yarım adalarımızdaki tüm yerleşimler ilk 50 metrenin içinde.
Yürürlükteki 1992 tarihli kıyı yasamız ile bu gün sahildeki köylerimizin imar planlarını yapamıyoruz.
İmar planı yapılamayınca da sahillerimiz kaçak yapılar ile kirletiliyor.
Çünkü hayat tüm hızı ile yaşanıyor.
Siz bekleseniz bile hayat sizi beklemiyor.
Sahillerimizde imar planı olmayınca sahil köylerinde ve kasabalarının alt yapılarını yapamıyoruz.
Böylece de kaçak yapılar ile oluşan çarpık yerleşimlerin evsel artıkları ile güzelim sahillerimizi, adeta ölüme terk ediyoruz.
Bu nedenle en kısa zaman içinde 1992 tarihli kıyı yasamızı ayağı yere basan şekle getirmemiz ve sahillerimizi sağlıklı ve doğru olarak planlamalıyız.
Bu hayati konu, kimse tarafından gündeme bile getirilmiyor.
Sahillerimiz can çekişirken bu konu, yani 1992 tarihli kıyı yasamız, TMMOB ve siyasi partilerimizin de gündeminde yok.
Yedi ay sonra Türkiye’de mahalli seçimler var.
Muğla ilinin 1400 km uzunluğunda bir sahili var. Ama bu konuda Muğla’da da en ufak bir tık yok.
Efendim, “Sahiller talan ediliyor, sahiller imara açılıyor” çığırtkanlığı yapanlara bir tek sözüm var.
Dişi ağrıyan bir insanın, nalbanta gittiğini bu güne kadar gören var mı?
Bu konu şehir plancıları ile harita mühendislerinin ihtisas alanına girer.
Hiç bir şey bilmiyorsanız, Yunanistan, İtalya, Fransa ve İspanya gibi Akdeniz ülkelerinden örnek alın ve ona göre konuşun.
Sahillerimiz can çekişiyor, SOS veriyor.
Bu aptallığa daha ne güne kadar kör gözle bakacağız, sağır kulak ile kulak vereceğiz?
Yazık bu ülkeye.
Ağzı olan bilip bilmeden konuşuyor…
***
Bu köşede yer alan içeriklerin sosyal medya üzerindeki paylaşımlarına yapılan yorumlarla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluk, yorum yapan kişilere aittir.