Bu güne kadar Ak Parti Muğla teşkilatları üzerine bir yazı kaleme almamıştım. Bunu yapmadan önce  hafızamızı bir kez daha tazeleyelim istedim…
Ak Parti’nin ilk seçim deneyimi, Meclisin 22. dönem milletvekili seçimi olan 3 Kasım 2002’dir.  Muğla’da ülke genelindeki rüzgardan etkilendi. Hasan Özyer ve Seyfi Terzibaşıoğlu Ak Parti Muğla Milletvekili olarak meclise girdi. Yeni kurulan bir partinin teşkilatı da “mevcudiyet” anlayışı ile yapılandı, teşkilat durumu idare etti. Ardından 2003 İl kongresi. Teşkilat yapılanması açısından ilk önemli kongredir. Mehmet Nil Hıdır  aday oldu ve listesi ile birlikte seçildi. Nil Hıdır seçim bölgesi Marmaris’ten, Muğla’ya intikal etti ve Muğla yerleşkesinin yeni siyasi yüzü oldu. Parti teşkilatlarının ikinci deneyimi 22 Temmuz 2007 tarihli. Meclisin 23. dönemi. İl Başkanı Mehmet Nil Hıdır vekil adayı olmak için görevinden istifa etti, il yönetiminden Gültekin Akça il başkanı olarak atandı. Genel merkez ağırlıklı bir seçim propaganda döneminin ardından Mehmet Nil Hıdır ve Yüksel Özden milletvekili seçildi. Bu dönem sosyolojik örnekleme açısından çok önemlidir. Bu dönemde Ak Parti ikinci kez, Muğla’dan iki milletvekili çıkardı.  Statüko, Mehmet Nil Hıdır’ın ve Yüksel Özden’in milletvekili seçilmesini bir temsiliyet hakkı olarak gördü ve bu durumu sorun etmedi. Ancak bu dönem Ak Parti, kent statükosu için kontrol edilebilir olmaktan çıkacaktı. Ak Parti Muğla Milletvekili Yüksel Özden, kent statükosunun ilişkilenme talebini geri çevirdi, statükoyu red etti.
İşte asıl hikaye de burada başladı. Milletvekili Yüksel Özden statükonun teklifini geri çevirmenin bedelini seçilmiş bir vekil olarak çok ağır ödedi. Kentin mutlak hakimiyetini elinde tutan statüko Yüksel Özden’i Muğla’dan uzak tutmak için her türlü yolu denedi ve başarılı da oldu. Bunun sonucunda Yüksel Özden bir vekil olarak kentle buluşamadı. Ak Parti teşkilatları da bu buluşmayı sağlayamadı, dönen dolapları algılayamadı ve sonuçta bir milletvekili olarak Yüksel Özden yanlız kaldı, yanlız bırakıldı.
Özden bir dönem boyunca “şeytan taşlamaktan ibadete fırsat bulamadı”.
Bu süreçte Ak Parti teşkilatları hasım olarak karşılarında bir siyasi parti olduğunu sandılar. Ancak karşılarında bir siyasi parti değil, statükonun ta kendisi vardı, bunu bir türlü  algılayamadılar. Teşkilatlar, merkezde oluşturulan statik mahalle baskısına karşı duruş gösteremediler. Kendi milletvekilinin her platformda ulu orta tartışılmasına göz  yumdular.
Statükonun siyaset ve siyasetçi için ön gördüğü “elit ve imtiyazlı olma”  ön koşulunu altında ezildiler ve “Bu adam Yerkesik Kıran Köyü’nden Hüseyin Amca’nın oğludur” diyemediler. Partiler arasındaki ideolojik tabanlı söylem dilini değiştiren, her şeyi bağdaşık hale getiren statükonun açılış törenlerindeki kırmızı kurdelanın ucundan tutup, takdir mekanizmasının içinde yer aldılar. Çünkü her şeyin, Muğla için yapıldığı yalanına inandırılmış, kandırılmışlardı.  Referandum ve ardından 12 Haziran 2011 seçimleri. Statüko’yu reddeden Yüksel Özden, Ali Boğa ile birlikte güven teşkil etti, yeniden milletvekili seçildi ve kentin öze dönüşü ile ilgili ilk adımını attı. İdeolojik ve siyasi algının gelişmesini istiyordu, öyle de oldu. Yüksel Özden bu algının kısmi de olsa oluşması ile birlikte kentle, kentliyle yeniden buluştu. Bu buluşmanın ardından statükonun tescillendiği, gözler önüne serildiği  yeni hastane alanı açıklaması geldi. Bu açıklama ile statükonun hesapları ters yüz edildi.  Her şeyi kent ve kamu adına yaptığını iddia eden kent statükosu, kendisini muhatap almayan bu yapı karşısında bir strateji geliştirme fırsatı bile bulamadı, gafil avlandı. Statüko ilk defa yakayı ele verdi ve köşeye sıkıştı. Bir dönem boyunca kentle, kentli ile olan ilişkisi engellenen Muğla Milletvekili Yüksel Özden’e statüko ile verdiği mücadelede sol kökenli gazeteciler sahip çıkarken, teşkilatların ve yöneticilerin en yakın kongrede “nasıl var oluruz” hesabı içinde hareket etmeye hakları yoktur. Ak Parti teşkilatlarının Yüksel Özden’i bir kez daha statükoya karşı yalnız bırakma lüksü de yoktur. Statüko 40 yılın başı köşeye sıkıştırılmışken, böylesine deşifre edilmişken bu konunun toplumun tüm geneline ve teşkilatlara taşınması görevi kimindir ? Buradan çıkacak siyasal algı kimin işine yarar ? Aklınızı başınıza devşirin. Siyaseti güdükleştirip,  işe yaramaz hale getirmeye hakkınız yok.  Bu konuda sessiz kalan teşkilat ve yöneticiler, statükonun belirlediği ve yıllardır nadasa bırakılmış bu toprakların amelesi, ırgatı olmaktan başka hiç bir şey olamazlar.
Bu parti artık sessiz kalanları, mesafelerini koruyanları asla ödüllendirmeyecektir. Ali Boğa ve Yüksel Özden’le başlayan bu sürecin kuşatılmış, genleri ile oynanmış ve dejenere edilmiş bir kenti esaretten kurtaracağına inanmayanlar cenaze namazında da saf tutamazlar.
Ben bir sosyalistim ve öyle de kalacağım. Bu yazı; babalar küçük oğullarına söylesinler, efsaneleşsin diye yazılmadı.
Bu yazı; statüko ile savaşmayı göze alan bir milletvekilinin mensubu olduğu partinin teşkilatlarında görev yapan yada yapmaya hazırlananlar için, durumun kavranması, siyasi algının yaratılması için yazıldı. Yazıdan kaynaklı alınganlıklara, gücenmelere şimdiden eyvallah.
Ben, yarının artık bugün olduğunu unutanlardan olmayacağım…