CHP, siyasal iletişimde belki de ilk kez alışılmışın dışına çıktı.
Alkışlama eylemi ile seçmenin karşısına çıkan CHP, alkışlama gibi bir eylemden negatiflik mesajı vermeyi hedefliyor.
Biliyorsunuz, CHP seçmeni “Cumhuriyet, laiklik ve demokrasi” gibi kavramlarla hareket eder. CHP’nin yeni siyasal söyleminde yer alan “Hak, hukuk ve adalet” kavramları ise kendi seçmeni dışında muhafazakâr kesimlerin oylarını almaya yönelik söylemleri oluşturuyor.
Alkışlamanın pozitif bir anlamı var ancak CHP alkışlamadan tam tersi negatif bir etki elde etmek istiyor.
Kılıçdaroğlu’nun sadece miting meydanlarında değil, fabrikada, tarlada, çarşıda, sokakta, meydanda hayatın olduğu her yerde halkı alkışlama yapmaya davet etmesi sosyolojik bir hatırlatma niteliğindedir.
Burada amaçlanan Gezi Parkı refleksidir.
Kılıçdaroğlu, Gezi Parkında tencere –tava çalanların hepsinin CHP’li olmadığını nihayet anlamıştır.
Kılıçdaroğlu’na göre; CHP’ye bugün lazım gelende budur…
***
CHP’nin yeni siyasal söyleminde ikinci bir konu, ulus kavramı yerine millet kavramının kullanılmasıdır.
CHP’nin ulusalcı seçmeni için millet kavramı bir risk oluşturuyor olmasına karşın CHP yüksek siyaseti millet kavramıyla seçmen envanterine yenisini eklemek istediğini ortaya koymuş durumdadır.
Ancak CHP için asıl risk halk kavramının kullanılmamasıdır.
Adını halktan alan bir siyasal oluşumun siyasi iletişimin merkezine halkı koymaması dikkat çekicidir.
Halk ya da ulus kavramları yerine millet kavramının tercih edilmesi Yeni CHP’den rahatsız olanların rahatsızlığını bir kat daha arttırabilir.
CHP içerisindeki sol-sosyalist grupların halkların kardeşliği söylemi ile hareket eden HDP’yi tercih etmesine neden olabilir.
Bu süreçte alkışlama gibi pozitif bir tepkiden negatif tepki amaçlamak, ulus ya da halk kavramı yerine millet kavramını tercih etmek, siyasal söylemin merkezinden halkı çıkarmak bir risktir.
Ve Kılıçdaroğlu, Haziran genel seçimleri öncesinde bu riskleri almış durumdadır.
Kılıçdaroğlu yeni siyasal söylemleri ile Yeni CHP’nin kâğıt üzerinde olmadığını göstermeye çalışmaktadır.
Bu noktada Haziran seçimleri Kılıçdaroğlu açısından bir varlık yokluk seçimine dönüşebilir.
Zira kamuya yönelik söylemleri değiştirmek aynı zamanda tercihleri ve değerleri değiştirmek anlamı taşır.
CHP’de bu süreç başlamıştır.
Mart 2014 seçimlerinde Mansur Yavaş’ın aday gösterilmesi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çatı aday Ekmelettin İhsanoğlu’nun tercih edilmesi, Mehmet Bekaroğlu’nun genel başkanlığa getirilmesi CHP’nin var olan değerleri ve tercihlerinin değişikliğe uğradığının en büyük göstergeleridir…
***
CHP’de tehlike arz eden şey; bu değişikliğin tabandan değil tavandan başlamasıdır.
Oysaki siyasal hareketlerin zeminini ve merkezini taban oluşturur.
Bu süreçte CHP tabanının bir değişiklik isteği olup olmadığı sorulmamıştır.
Tabanın görüşü alınmamıştır.
CHP örgütlerinin tavandan gelen değişim isteğini parti disiplini içerisinde değerlendirmesi normal karşılanmalıdır. Ancak bu işi tabana anlatma görevi teşkilatların sırtına yüklenmiştir.
***
Bu sürece yönelik bir diğer önemli konu Kılıçdaroğlu’nun seçim vaatleridir.
Kılıçdaroğlu’nun ekonomi temelli seçim vaatlerinin seçmen üzerindeki yaratması beklenen etkinin yanında iktidar partisi üzerinde etki yaratması oldukça ilginçtir.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “CHP’liler çıksınlar kaynağını ortaya koysunlar. Hangi vergiyi artıracaklarını, hangi harcamayı kısacaklarını, bırak 149 milyar lirayı, bana üçte birini açıklasınlar ben onlara oy vereceğim” açıklaması sürecin en manidar açıklamasıdır.
***
Toparlayalım.
CHP, “Alkışlıyoruz” eylem ve söylemi ile siyasal iletişimde belki de ilk kez alışılmışın dışına çıktı.
Alkışlama eylemi ile seçmenin karşısına çıkan CHP, alkışlama gibi bir eylemden negatiflik mesajı vererek başarılı olmak istiyor ve her yerde alkışlamaya devam ediyor.
Futbolda hakemin yanlış karar verdiğine inanan futbolcu, hakemin kararını alkışladığında hakemden sarı kart görüyor.
Umarız CHP alkışlamadan dolayı sarı kart görmez.