Üniversite/kent ilişkisinde bir hayli yol aldık. Kurucu iradenin baldırından çıkan statik yapının ruhuna yönelik tespitlerimiz bu yapının üniversitedeki egemen gücünü zaafiyete uğrattı. 20 yıldır üniversite yönetimini dizayn eden bu yapı; kent ile olan ilişkiler başta olmak üzere üniversitenin tüm unsurlarına sirayet etmişti. Statik yapının ruhuna yönelik eleştirilerimiz üniversite içindeki sağ duyu sahipleri ile buluşmamızı sağladı. Kara bir bulut gibi üniversite özerkliğine, demokratik yapısına, günlük yaşamına gölge düşüren bu yapının varlığını deşifre etmemiz üniversite yönetiminde görev yapanları ve akademisyenlerimizi cesaretlendirdi. Şimdi karşılıklı olarak bu cesaretin sağladığı işbirliği ile üniversite/kent ilişkisini olması gerektiği zemine çekmeye çalışıyoruz. Üniversite ile kent arasında bir gümrük makamı gibi duran statik zihniyetin masa başı memurları da bu sürece ayak uyduracaktır diye düşünüyoruz. İşe yaramayan, uzaktan bakılınca dolu gibi görünen derinliksiz ve özensiz sloganlardan uzakta daha çok özgürlük, daha çok işbirliği ve daha çok bilimin peşindeyiz. Hedefimiz üniversiteyi içine düştüğü ideolojik bataklıktan kurtarmak. Akademisyen ve gazeteci ilişkisi ile başlayan bu yeni süreçte üniversite bu ideolojik bataklıktan kendini kurtaracak, kendini var eden bilim alanına çekilecek. Çünkü; bilimin yaşama ve üretme alanı olması gereken üniversitenin hiçbir siyasal görüşün arka bahçesi ve ideolojik alanı olmaması gerektiğine inanıyoruz. Üniversitenin egemen gücünü bir ideolojiden değil bilimden alması gerektiğini biliyoruz. Üniversite bilimin yaşam alanıdır. Üniversitenin bu gerçeğin dışındaki her türlü varoluşunun mazereti ve gerekçesi olamaz.
***
Üniversite/kent ilişkilenmesinde biz yol aldık. Bunun en canlı örneği üniversite de bu ara yapılan etkinlikler. Üniversite bugünlerde yapılan akademik sunumlara haber merkezleri ve haberciler olarak bizim yetişmemiz mümkün değil. Her gün toplumun genelini ilgilendiren çok önemli konularda yapılmaya başlanan etkinliklere yetişemiyoruz. Bu trafiğe can dayanmaz. Bir çoğunu da kaçırıyoruz işin gerçeği. Kaçırdığımız için üzülüyoruz da ancak bu üzüntümüz olan bitene bakınca yerini sevince bırakıyor. Bu üniversitedeki algı değişikliğinin, cesaretlenmenin getirdiği özgür ve demokratik ortamın bir yansıması. “Meğer üniversitedeki akademisyenlerimizin söyleyecek ne çok sözü varmış”!
***
Bilimsel araştırmaları yapan, yaptığı bu araştırmayı öğrencisiyle, toplumla, bilim dünyası ile paylaşmak isteyen akademisyenine “Ne gerek var” diyerek etkinlikleri, sunumları, bilimsel toplantıları sudan gerekçelerle engelleyen, toplantı salonlarını kendi akamesiyenine açmayan, öğrencisinin halayından, zeybeğinden, rahatsızlık duyan, birlikte söylenen Anadolu türkülerden bile korkan statik yapının baskısı artık yerini özgür düşünceye ve bilime bırakmaya başladı. Ufak tefek direnmeler olsa da artık üniversitenin yapısı değişiyor. Bu süreçte Muğla Üniversitesi Sosyoloji bölümüne ve bu bölümün hocalarına çok iş düşüyor. Bu vesile ile kendilerine buradan çağrıda bulunalım.
Sosyoloji Bölümü el kaldırsın! Bu süreçte onların bilimsel kılavuzluğuna ihtiyaç duyulabilir. Gazeteci/akademisyen ilişkilenmesi ile başlayan bu süreci “sosyal tabanlı bir kentsel dönüşüm projesi olarak” kentin kendisini de çalışma alanı olarak görebilirler.
Mide rahatsızlığının tedavi için üniversitenin tıp fakültesine giden, şifa arayan bizler sosyal rahatsızlığımızın tedavisi için neden sosyal bilimlere gitmeyelim? Şifayı neden orada aramayalım? Muğla Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü, Bölüm Başkanı sayın hocamız Prof. Dr. Muammer Tuna ve ekibi sosyolojik bütün tanımların tersinde duran yapısı ile bu kenti sosyolojik olarak “anlaşılır” bir duruma getirebilirler. Toplumun sosyal politikalarının en önemli argümanı (kanıt) olan “değişim”i red eden herşeyi “değiştirmeyeceğiz” tanımı üzerine inşa eden bu kent üniversitenin bilim olanakları ile değişmeyi öğrenebilir…