Oktay Ekinci’yi anma törenine şiddetli bir grip vakası nedeniyle katılamadım.
Yorgan döşek, sulu sepken halde anma törenini gazetelerden takip ettim.
Bugün içinde yaşadığımız kentin yaşayan yüzüyle kentlilik bilincimizi oluşturan, bir kente ait olma duygumuzu cesaretlendiren Oktay Ekinci’nin ölüm yıldönümü kendi emeğini taşıdığı kentsel sit alanında Saburhane’de yapıldı.
Ekinci olmasaydı Muğla’da kentsel sit alanı, doğal ve tarihsel çevrenin korunması bu kadar başarıya ulaşmazdı. Kentin koruma politikası Ekinci’nin eseriydi.
Kentsel planlamada yerel kimliğin korunması Ekinci’nin asıl eseriydi.
Meraklısına 15’e yakın yazılı eser bırakan Oktay Ekinci’nin asıl büyük eseri ise Muğla’ydı.
Ekinci, kentsel planlamada rantı dışlayan yerel kimliği korunmuş bir kent yarattı.
Saburhane’nin ve Arasta’nın anti-kapitalist ruhunu Şahinler, Gürtuncalar ve Ekinciler oluşturdu.
***
Eski kent dokusu içinde kalan Müftüler Evi, Çağlav Ailesi tarafından restore edilmiş kültür turizminin hizmetine açılmıştı. İçinde yaşayarak korumak Ekinci’nin çözüm modeliydi.
Yaşayan Muğla ancak böyle oluşabilirdi.
Sanat Evi’ni ziyaret ettikten sonra Oktay Ekinci Cumhuriyet Gazetesi’ndeki Çed Köşesinde “Babadan kalma evlerini satarak apartmanlara yerleşen Muğlalılar kaybettikleri kimliği bu evlerde bulacaklardır” diye yazmıştı. Ekinci, yaşanan rant ekonomisiyle oluşan erozyona dikkat çekmiş, Gökhan Çağlav’ı ve ailesini kutlamış, yapılanın örnek oluşturmasını istemişti.
Ekinci, Gökhan Çağlav’ın yerel kimliğin korunmasının ikinci dalgasını başlattığını ifade etmişti.
Koruma planlarının sivil uygulamalar tarafından desteklenmesi onun en büyük hayallerinden birisiydi.
Sonuçta Ekinci kısa sürede haklı çıktı.
Çağlav’ın Sanat Evi ile başlayan ikinci dalgada; Vali Hüseyin Aksoy’un Hacı Kadı Evi, Muğla Belediyesi’nin Özbekler ve Şerefliler Evleri sırasıyla restore edilmişti. Ardından yine Vali Aksoy’un Belen Kahvesi enstalasyonu gelmişti.
***
Ulusal yayıncılık tarihinde imar ve kent içerikli tek televizyon programı olan “İmar Dosyası” Ekinci tarafından yapılmıştı. İstanbul’u Sarsan On Yıl araştırma dizisiyle Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin başarı ödülüne layık görülen Ekinci ayrıca Kayaköyü Barış ve Dostluk Köyü kampanyasıyla 1996 yılı Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü, Mimarlık mirasının kamuoyu bilincine katkısı nedeniyle 2001 yılında Uluslararası Kültürel Varlıkların Restorasyonu ve Korunması Çalışmaları Merkezi Onur Ödülü, Mimarlık sanatının tarihsel kaynaklarının korunmasındaki çabaları nedeniyle de Türk Sanat Kurumu’nun Sanat Onur Ödülünü almıştı.
***
70’li yılların sonuydu. Öğrenciydim, yaz aylarında bir orkestrada çalıyor, harçlığımı çıkarıyordum. Mimarlar Odası’nın düzenlediği bir etkinlikteydik. Yemeli içmeli etkinliğin ilerleyen saatlerde Oktay Ekinci sahneye geldi. Org ve piyanoyu işaret ederek “Ben bunu çalarım” dedi. Bilirsiniz etkinliklerde böyle şeyler çok olur ve hariçten gazel okumaya kalkanların elinde müzik dinleyen için de çalan içinde bir işkenceye dönüşürdü. Oktay abi sahnedeydi ve “Ben bunu çalarım” demişti. Yapılacak bir şey yoktu. Oktay Ekinci enstrumanın başına geçti. Meraklı gözlerle onu izlerken o, şöyle bir parmaklarını tuşların üzerinde dolaştırdıktan sonra bize dönerek “Erkut Taçkın’dan Beyaz Evi çalalım çoçuklar, Fa minör’den yürüyün” dedi ve melodiyi başlattı.
İnanılır gibi değildi, şaşkındık.
Ekinci hem çaldı, hem söyledi.
“Bir balıkçı köyünde seninle bir yaz,
O evde kalmıştık duvarları bembeyaz,
O beyaz evde geçse bir ömür az,
Tüter gözümde aklımdan çıkmaz,
Orada tatmıştık mutluluğu
Kaldı uzakta o en derin haz”…
***
Beyaz evlerden bir kent kimliği yaratan Mimar, Yazar, Gazeteci, Çizer ve Müzisyen Oktay Ekinci’ye ölüm yıldönümünde ne desek, ne söylesek az…