Üniversitelerin bulundukları kentle ve toplumla ilişkisinin gelişmesi kuşkusuz her üniversite hemde kent için yararları tartışılmayacak bir konu. Değişen yaşam koşullarına paralel olarak gözden kaçırılmaması gerekiyor. Gelişkin ülkelerde, batı da buna “Şehir Cübbe” ilişkisi deniliyor. Bu ilişki de üniversiteler sadece birer bilimsel kurum olmanın ötesinde anlamlar taşıyor, üniversiteyi sadece kampüste yaşayan bir kurum olmaktan çıkarıyor. Bu yanı ile üniversiteler bölgesel kalkınmanın temel araçlarından birisi ve belki de en önemlisi haline geliyor. Bir bölgenin kalkınması üniversitenin kentle girdiği ilişkilerle doğru orantılı olarak tanımlanıyor. İlişkinin oranına göre kentler;
ya “bölgesel kalkınmaya”yada “bölgesel sürünmeye”doğru yelken açıyor.Üniversiteler; kente ve bölgeye sosyo-ekonomik katkı koyan kurumlar olarak tanımlanıyor. Kentlerin ekonomik gelişimini destekleyen, istihdam oluşturan, üretimi arttıran, teknoloji transferini, sektörel hareketliliği sağlayan, kamu hizmetlerinde çeşitlilik yaratan kentin ana aktörü üniversiteler…Anadolu Üniversitesi’nin Eskişehir, Selçuk Üniversitesi’nin Konya, Atatürk Üniversitesi’nin Erzurum için ne anlam ifade ettiğini biliyoruz. Ancak bu kent için üniversite maalesef aynı anlamı taşımıyor.Üniversitenin dünyanın tüm coğrafyalarında bir üniversiteden beklenen ve yukarıda sıralanmış tanımları gerçekleştirebildiğini söyleyebilir miyiz?Üniversite yerleşkesinden kentte, toplumda, kamusal algı yaratması beklenen bir iletişim olanağının aktörlerinden birisi, bir yayın kurumunun başında görev yapan bir gazeteci olarak böyle bir olgudan bahsetmemiz mümkün değil.Kentin ekonomisine koyulan katkı bu türde bir beklentinin savunusu olamaz. Katkının sadece ekonomik değer ve ilişkilerden kaynaklanmasını yeterli görenler büyük bir yanılgının da sahibidirler. Kentin, üniversitesinden başka beklentileri olabileceği 20 yılını doldurmuş bir kurumda neden kimsenin aklına gelmez? Üniversitenin sosyo-kültürel yaşama katkılarının oranı hem bizim için hem de üniversite için bir tartışma konusunudur.Tartışmaya hazırız, tartışmaya buradan da başlayabiliriz. Üniversite çatısı altında bulunan yüzlerce akademisyene haksızlık etmek istemeyiz ancak kentin böyle bir tartışmada sesini yükseltecek haklı gerekçelere sahip olduğu da artık herkesçe malumdur.20 yıllık süreçte; ne üniversite “kent üniversitesi” nede kent “üniversite kenti” olamadı. Üniversite yönetimlerinin, yerel yöneticilerin, kent statükosunun bundan bir rahatsızlığı olmayabilir ama biz kent olarak bundan çok rahatsız olduğumuzu bir kez daha bu vesile ile belirtmek isteriz.Bir önceki dönemde, üniversitenin vizyonunu ve misyonunu tanımlayan “Bilginin Sevgiyle Bütünleştiği Üniversite” tanımlaması bizim için; ne yaptığını bilmeyen, tozkoparan bir siyasetçinin seçilebilmek adına derinliksiz hazırlanmış bir seçim bildirgesinden öte bir anlamı yoktu. Bakınca içi dolu gibi görünen, üniversitenin vizyonu, misyonu, toplumsal ve akademik işlevi konusuna vurgu yapacağı sanılan bu tanımlama yine üniversitenin kendi içindeki sosyal bilimciler tarafından “özensiz bir slogan” olarak nitelendirilmişti. Bize göre bu tanımlamada asıl olan dilek ve temenniydi ve temennilerle bir bütünleşme sağlanamıyordu.Biz kent olarak o dönemde de üniversitenin “bilgisinden, sevgisinden hatta şefkatinden” faydalanamamıştık.Hadi kent olarak biz faydalanamadık! Ya akademisyenler, öğretim görevlileri, öğrenciler, onlar faydalandılar mı?İdeal bir “kent-üniversite” ilişkisinde “Ann Arbor” olmak gibi yüksek bir hedefimiz olmadı ama bu kadar umarsızlığı ve duyarsızlığı da hak etmediğimizi düşünüyoruz.Üniversite’de bilimin ışığı ile görevini yapmaya çalışan, ancak üniversitenin kendilerine sağladığı koşulları, özgürlükleri sorgulama hakkı bulunmayan, akademisyenlerimiz ve öğrencilerimiz bilsinler ki; kenti bir ahtapot gibi saran, sarmalayan kent statükosunun bir kolu Kötekli’de!Kentle, kentliyle ilişkilenmekten kaçınan, halka rağmen halk adına en tartışılır kararları alan, halkına dokunmayı zafiyet kabul eden statüko’nun Kötekli uzantısı ne yazık ki akademisyenine, öğrencisine aynı davranışı reva görüyor. Kent ve Üniversite gibi dinamik bir süreci statik bir yapı ile yönetmeye çalışan bir grup elit ve imtiyazlının “jakoben” masalarda aldıkları kararlar nedeniyle üniversite bırakın Anadolu’da bir dünya üniversitesi olmayı, adını aldığı kentin üniversitesi olmayı bile beceremiyor.