Seçimi, seçmen eğilimini sadece siyaset belirlemez. Siyasetin, siyasetçinin ve partilerin  yanında eğilimi belirleyen unsurlardan birisi de vesayet olgusu yaratan statükodur. Halkın yöneteni seçme koşulu, çoğunluğun temsiliyet hakkının yansıması olarak değerlendirilir. Yönetenin, halkın iradesine dayanılarak belirlendiği fikri ve bu fikrin canlı tutulmasının nedeni işte bu statik gerçekte saklıdır. Yerel ve genel seçimlerin serbestçe yapılması, seçilenleri halk indinde meşrulaştırır.
Bu bir yanılsamadır. Bu yanılsama gerçekmiş gibi gösterdiği ölçüde halk; yasalara, kurallara, yukarıdan alınan kararlara saygı duyar, boyun eğer. Seçimlerin halkın iradesini sandığa yansıttığı gerçeği aslında bir illüzyondur. Statüko işte burada devreye girer. Statükonun siyasetteki amacı, seçilenlerin halkın oyu ile seçildiği düşüncesini oluşturmak ve bunu korumaktır.  Bu durum“tepe üstü konmuş bir testi” olarak açıklanabilir. Yani seçimlerin amacının tersine dönerek, çelişkileri yumuşatan, sistemi halk indinde meşrulaştıran değil, sistemin güçleri ile halk arasındaki çelişkiyi derinleştiren, halkın siyasi tercihini tartışılan hale getiren bir sonuç doğurması bu yüzdendir.  Ters duran bir testi bile içindeki suyu koruyabilir, testi işlevini yerine getirebilir. Sivil siyasetin testisi  “12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ta” ters çevrildi. Bu üç dönemde ortaya konan vesayet anlayışı sistemin restorasyonu’na duyulan ihtiyaçtan kaynaklanmış gibi gösterilse de bu sivil siyasete yapılmış en büyük statik müdahele idi.  Siyaset bilicilerine göre de; 12 Mart, 12 Eylül sivil siyasete yapılmış bir kalp ameliyatı,  28 Şubat’ta anjiyosu idi.  Seçimi bir hesaplaşma olarak hedefleyen ulusal  statüko, seçmeni doğrudan baskı altına alan “Cumhuriyetin tehlike altında ve şeriat en büyük tehdit” iddiasını öne çıkararak varlığını mevzilendirir. Siyasetin yeniden şekillendirilmesi ve kontrol altında tutulması için merkez sağ’da dayanıksız birleşme çabaları sonuçsuz kalınca da statüko öngörülen işaret fişeğini CHP’ye yöneltir. Dinci-şeriatçı güçlerin devleti ele geçireceği iddiasında bulunan statüko, devleti bu saldırıdan kurtarmak için parametreleri oluşturur. Cumhurbaşkanı’nın ve meclis çoğunluğunun laik geleneksel cumhuriyetçi tutumunu benimseyen bir yapıda olması gerektiği öne sürülür. Statüko ve CHP, her şeyi cumhuriyetin tehdit altında olduğuna indirger, kendisini “cumhuriyetin tek sahibi” olarak gösterir. Bu aslında cumhuriyet için de sol siyaset içinde şansız durumdur. DSP, sol çevreler, sosyalistler, liberaller ve CHP’den kopma eğilimi gösterenler yeniden merkez sol ve CHP çatısı altına birleştirilir, daha geniş bir sol tarifle, milliyetçi, liberal, ve sosyalistlere kadar uzanan sol merkezli, ana bir siyasal eksen yaratılır. Seçmen algısı da işte bu siyasal ekseni yaratan siyaset mühendisleri tarafından oluşturulur.   Demokratik hakkını kullanarak yurttaşlık görevini yerine getiren ve sandıkta oy kullanan seçmenin kullandığı oy’un samimiyeti ile ilgili bir sorunumuzun olmadığını belirtelim. Bizim sorunumuz, seçmenle siyasetçinin arasına giren, seçmen algısını dejenere eden yapılarla, oluşumlarla ve bunun sonucunda ortaya çıkan seçmen eğilimleri ile. Statüko yarattığı baskı ile sivil siyasete ve siyasal tüm alanlara müdahale etti.  Nisan 1980. Cumhurbaşkanlığı seçimi.  Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün görev süresi 6 Nisan’da sona erecek ve bunun için 5 gün öncesinden seçim yapılacak. Ne var ki Cumhurbaşkanı seçimi için Anayasa’nın öngördüğü üçte iki çoğunluk oyunun sağlanması için CHP ve AP’nin bir aday üzerinde anlaşması gerekli.Cumhurbaşkanı Korutürk 6 Nisan’da görevinden ayrılır ve yasa gereği Senato Başkanı AP’li İhsan Sabri Çağlayangil Cumhurbaşkanlığına vekalet eder. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı seçiminde AP Genel Başkanı Süleyman Demirel işi ağırdan alır, Bülent Ecevit’in kamuoyuna yaptığı açık anlaşma çağrısına 19 Mart günü; “Hay hay ama ne konuşalım, hazırlıksız yapılacak bir görüşme hadiseyi çabuklaştırmaz. Soruna yarar değil, zarar verir” açıklamasıyla cevap verir. Sonuçta AP, Sadettin Bilgiç’i, Ecevit liderliğindeki CHP de Emekli Hava Orgeneral Muhsin Batur’u aday gösterir. 14 Nisan günü yapılan oylama da Muhsin Batur 265, Sadettin Bilgiç ise 209 oy alır.  Demirel’in Sadettin Bilgiç’i, Ecevit’in de Muhsin Batur’u gönülden desteklemediği görüşü ağırlık kazanır. Öneriler, turlar uzar ancak sonuç çıkmaz. Meclis Cumhurbaşkanı’nı seçemez. Siyaset çaresiz bırakılır, bir kez daha önü tıkanır ve sonuçta vesayet anlayışı devreye girer.Siyasetin renkleri solar ve TRT 1’de Hasan Mutlucan “Yine de şahlanıyor aman, kol başının kıratı” türküsünü söylemeye başlar ve testi bir kez daha tepe üstü çevrilir…