Muğla’nın gerçeğini, “Gerçek Muğla”yı arayan kaç kişi var? ve bunlardan kaçı siyasetçi? kaçı bilim insanı?” Böyle bir gerçeğin peşine düşebilmek ve sağlıklı bir analiz yapabilmek için cumhuriyet tarihimizden biraz daha geriye gitmek gerekiyor.
***
Anadolu topraklarının Menteşe’sinden bu güne bu topraklar; “Değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz kurbanları olarak kaderini aşmaya, kendi ötesinde gelişmeye ve böylece kaderini değil ama kendisini değiştirmeye yönelenlerin” hikayeleri ile dolu.
***
Bizde öykülerle büyüdük. Kulağımıza fısıldanan bin yıllık öykülerde bize kişisel trajedileri zafere dönüştürmek isteyenlerin bu topraklarda nasıl yok olup gittiğinin hikayeleri anlatıldı. Bir yazılı tarihe sahip değiliz. Ancak çeşitli kaynaklarda okudukça sinir olduğumuz bir 18. yüzyıl var ve bu yüzyıl kalkınma ve yenileşmenin başladığı bir dönem olarak kabul ediliyor. Bu dönemde Osmanlı; bilim, kültür ve sanatta bir hareket başlatır ve bu hareket eğlence ve sefahat derecesine varan aşırılığı ile duraklama devrini beraberinde getirir.
***
Biz kimin, ne yediğine, içtiğine bakmadan o süreçte bu topraklara ne yapıldığını merak ederiz. O döneme ilişkin çok az bilgiye sahibiz. Bilgiye ulaşmanın yolunu da bilmiyoruz.
***
O dönemde şehri İstanbul’a; III. Ahmet Çeşmesi, Nuruosmaniye Camisi, Laleli Cami, Kağıthane deresi, Boğaz kıyıları, Köşkler, Yalılar, Cevdel-i Sim (Gümüş Yol), Sadabat Kasrı, Hüsrevâbad gibi imaretler yapılmış. Bugün bunların çoğu hala dimdik ayaktayken vakıfların eserleri dışında Anadolu’nun bir başka köşesine, özellikle de aynı dönemde bu bölgeye ne yapıldığı hakkında çok fazla fikrimiz yok. Bilmiyoruz yani…
***
İzzet Ali Paşa, Mustafa Rakım Efendi, Levnî, Büyük Itri, İsmail Dede Efendi, Ebu Bekir Ağa, Tamburi Mustafa Çavuş, Tab’i Mustafa Efendi gibi hattatlar, şairler ve besteciler eserler yaratırken, burada bu bölgede 18. yüzyılın Menteşe’sinde bizim insanımızın neler ürettiğini de bilmiyoruz. Varsa üretilenlerin de nerede ve ne halde olduğunu da bilmiyoruz. Aslında biz “Muğla bir günde ve 1913’te kuruldu” sanıyoruz. Ondan öncesini de pek bir önemsiz, ehemmiyetsiz olarak görüyoruz.
***
Bu noktada Muğla’nın gerçeğini, “Gerçek Muğla’yı arayan” bir bilim insanı olarak Muğla Milletvekili Prof. Dr. Yüksel Özden’in “Toprağın altındakiler ile toprağın üstündekileri buluşturma” isteğini tarihsel kökleri ve derinliği olan bir düşüncenin “nihayet” biçime bürünmüş hali olarak görüyor ve saygı duyuyoruz.
***
İl Özel İdaresi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Kamil Karakaya’dan, milletvekili Prof. Dr. Yüksel Özden’e gönderilen “Muğla’nın Manevi Mimarları” adını taşıyan bilgi notu Yüksel Bey sayesinde bize de ulaştı. Kentle ilgili bir çok tarihi bilgiyi barındıran bazı gerçekleri işte bu not sayesinde öğrendik. Biz başkaları gibi kentle ilgili gerçekleri yastık altı yapmak, gizlediği ile prestijini arttırmak, kariyerini bunun üzerinden yapmak yerine bu bilgileri sizinle paylaşmayı yeğliyoruz. Bu bilgi notunda biz bakın neler öğrendik. “Koca Mustafa Efendinin kabrinin Devlet Hastanesi yanında ki kabristanda olduğunu, ve yıkıldığını, Kurşunlu cami avlusunda önemli kişilere ait kabirlerin 1937 yılında yok edildiğini, mezar taşlarının uzun süre bekletildiğini, buradaki önemli kişilerin kim olduğunun bir aile tarafından bilindiğini, Emirbeyazıt’ın kabrinin 1950 yılında dışarıdan Muğla’ya gelen bir ailenin satın aldığını ve mülk içerisinde kabrinin korunduğunu yine 1937 yılında yapılan düzenlemelerle 7 medresenin yıkılarak pazar yeri, valilik ve eski hâl’in bulunduğu alana dönüştürüldüğünü”…
***
“Kayık zade Hacı Kazım Efendi ile Pazar camisini yaptıran Batık oğlu Hacı Ahmet Ağa’nın mezarlarının Pazar cami yanındaki kabristanda olduğunu yine 1937 yılında yıkıldığını ve naaşlarının nakledilmeyerek, kabirlerinin bulunduğu alanın Zahire Pazarı olarak kullanıma açıldığını” bu bilgi notundan öğrendik.
***
İl Özel İdaresi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Kamil Karakaya’dan, milletvekili Prof. Dr. Yüksel Özden’e oradan da bize gelen “Muğla’nın Manevi Mimarları” adını taşıyan bilgi notunda yer alan bilgiler araştırmacı gazeteci Ünal Türkeş tarafından da doğrulanmış. Türkeş, kentle ilgili çok önemli bilgilerin ana kaynağı ancak bu bilgiler henüz yeterli düzeyde esere, neşriyata dönüşmedi.
***
Kent olarak yazılı bir tarihe sahip değiliz üstelik kentle ilgili sözü olanların çoğunu da kaybettik. İnsan kaynağı tamamen yok olmadan bir sonraki kuşağın kulağına bin yıllık öyküler yerine gerçeklerini fısıldamak istiyorsak bu konuda araştırma yapanları cesaretlendirmeli, yapılanları paylaşmalıyız. Burada iş; bilim insanlarına, araştırmacılara düşüyor. Yoksa kişisel trajedilerimiz bir türlü zafere dönüşmeyecek.