Bir yanım biraz daha sabret, diğer yanımsa daha ne bekliyorsun diye soruyor. Yazılarımın arada bir kesintiye uğramasının nedeni işte bu gel-git’ler. Artık her yazıda zorlanır oldum ama az kaldı biliyorum. Günü ve zamanı geldiğinde herşey yazılacak ve çizilecek. Bu süreçte belediye ile halk arasındaki çelişki kafamda adeta cisimleşti.
11 Ekim 2010 tarihinde 2385 sayı ile yayınlanan gazetemizde; “Bir yıl bitti, inşaat bitmedi” başlığında bir haber yayınlanmış. O tarihte manşete taşınan haberde; “Muğla’nın en büyük projesi olarak kabul edilen Atıksu Arıtma Tesisi yapımına 1 yıl öncesinde başlanmasına rağmen hala bitirilemedi. 15 Eylül 2009 tarihinde yüklenici firmayla yapılan sözleşme gereği tesis 12 ay inşaat, 6 ayda deneme işletmesi ile toplam 18 ay sonunda hizmete girmesi bekleniyordu. 12 ay sonunda (Eylül 2009- Eylül 2010) inşaatının bitip, su tutmaya başlaması ve deneme işletmesine geçmesi gereken tesisin faaliyete geçmemesi kamuoyunda tepkilere neden oldu. Çok sayıda vatandaş gazetemize gelerek şikayetlerini belirttiler. Alt yapı yüzünden yaklaşık 1 yıldır oldukça sıkıntılı günler yaşayan vatandaşlar, alt yapının ve arıtma tesisinin bir an önce hizmete girmesini ve bu işkenceden kurtulmak istediklerini belirttiler” deniliyordu. Bu haber yayınlandığında iş bir yıl gecikmişti. Haber bu gecikmeye dikkat çekmek için yapılmıştı. Bu haberin yayınlanmasının üzerinden de tam bir yıl geçti. Gazeteci Oktay Akbal, yıllar önce Muğla Konakaltı Kültür Merkezinde yaptığı bir konuşmada “Biz çok kolay unutan bir milletiz” tespiti ile bizi uyarmıştı. Bende çok kolay unutanlardanım.Ahmet Karaosmanoğlu uyarmasa hala farkına varamayacaktım. Ahmet Karaosmanoğlu’nun “dikkatli” haline kent olarak çok şey borçluyuz. Ahmet; “Nejat Abi sen bu konuda haberi yapalı 14 ay oldu” diyerek beni uyardı. Arşivi karıştırdım, 11 Ekim, 12 Ekim, 13 Ekim, 14 Ekim 2010 sayıları ve sonrası hep aynı konuya dikkat çekmişiz. “Sorun var, vakit tamam, haydi Abbas”” demişiz. O tarihte de muhatabından tek bir cevap, tek bir satır açıklama gelmemiş. Gazetenin arşivi ortada duruyor. Meraklısı gelir görür, hatta inceler. Tarihler belli, geçen zaman belli, yapılanlar belli. Her şey çok açık ve net. Yazıya “Belediye ile halk arasındaki çelişki kafamda adeta cisimleşti” diye başladım ya, sebebi işte bu.
Son zamanlarda yine bu köşeden statükonun varlığı üzerine bir dizi yazı kaleme aldım. Yazılanlardan kamuoyunda “statüko yıkıldı, bir devir kapandı” algısı oluştu. Hemen uyarmalıyım. Bu tez, kamuoyunda kabul görse de kentin en temel ve kritik sorunları henüz netliğe kavuşmadan, böyle bir siyasi rehavetlikten söz etmek istemem. Varlığı daha yeni tespit edilmiş kent statükosu yerle bir edilmedi. O nedenle statükoyu geçmişte kalmış bir unsur olarak göremeyiz. Statüko, kanlı-canlı varlığını hala sürdürüyor. Hatta her yolu deniyor, denemeye de aralıksız devam ediyor. Şu günde statükonun yerle bir olduğuna inanmak, inandırmak çok büyük ve tarihi bir yanlış olur. Bunun bir başlangıç olduğunu hatırlatalım. Bu bir başlangıç. Kentin demokrasi ve adalet konularında daha gidilecek çok yolu var.
Bu süreçte ben bir ayrışma, bir yüzleşme ve bir kriz bekliyorum. Bizi bekleyen büyük bir siyasi kriz olduğunu biliyorum. Bu krizin kente bir yüzleşme yaşatacağından eminim. Şimdiden uyaralım. Bu yüzleşmenin sonrasında kendimizi büyük bir ayrışmanın içinde bulabiliriz. Bu nereden çıktı diye düşünenler, bu düşüncemize “komplo teorisi” gözüyle bakabilirler. Bu görüş sahiplerini bir kez daha uyaralım. Ön yargılı olmayın ve acele etmeyin. Az kaldı. Az biraz daha bekleyip hep birlikte görebiliriz.