Dünyanın en popüler turizm merkezleri sıralaması listesinde Türkiye’den sadece bir yer var.
Listede sadece Ayasofya bulunuyor.
Batı uygarlığı, kendisini bu medeniyetinin kurucu iradesi olarak görüyor, her alanda olduğu gibi turizm olgusunu da kendine göre belirliyor, sıralamayı kendi tercihine göre yapıyor.
Böyle olunca da dünyanın en popüler turizm merkezleri sıralamasında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Abraham Lincoln’nun heykeli, Ayasofya’nın önünde yer alabiliyor.
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın bize bıraktığı en büyük miraslardan birisi Anadolu uygarlıklarına ilişkin yaptığı tespittir.
Bu köşeden bir kaç kez yayınladığımız bu tarihsel tespit, turizm konusunda yaşanan sorunların dönemsel olmadığına, sorunun kalıcı bir sorun olduğuna işaret ediyor.
Zira biz turizm konusunda hala yanlış şeyleri tartışıyor ve asıl sorunu bir türlü göremiyoruz.
Bu nedenle dünyanın ilk ve tek, en büyük turizm altyapısına sahip bu topraklara ilişkin Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in Anadolu medeniyetlerine yönelik görüşlerini bir kez daha paylaşmak istiyoruz.
Turizmin tartışan, sorunlarına çözüm arayanlara, “turizm bitti” diyerek ayılıp bayılanlara, Cevat Şakir’in tespitini bir kez daha okumalarını salık veriyoruz.
Tartışmaların ve çözümlerin doğru zeminde yapılmasını istiyoruz.
Cevat Şakir diyor ki;
“Çağdaş uygarlığın temelleri Eski Yunan’da değil, Anadolu’da yükselmiştir. Duyguyu ve düşünceyi insandan insana geçirmenin en eski iki ustası Ozan Homeros ile Yazar Herodotos Bodrumlu, Anadolu çocukları idiler. Türkler Anadolu toprağına geldiği zaman orada öyle bir yoğun yerleşme düzeni, öyle üst üste yığılmış bir uygarlık mirası buldular ki tarihin en zengin hazineleri onların oldu. Bugün dünyanın 7 harikası sayılan ve insanlığın uygar geçmişinin en güzel kalıntıları olarak bilinen Karya’daki Anıt Mezar (Mouselium), Efes’teki Artemis Tapınağı, Rodos’taki Apollan Heykeli, Zeus Heykeli, İskenderiye Feneri ve Babil’in Asma Bahçeleri Türk egemenliği sınırları içindeydi. Yani biz geçmişte uygarlıklar doğuran topraklarda bulduklarımıza sahip çıksaydık, insanlık o mirasın sanat kalıntılarını şimdi yabancı müzelerde seyretmeye koşmazdı. Sanatın, kültürün, uygarlığın doğum yerini Eski Yunan olarak bellemezdi”…
Yukarıda yer alan tespitten de anlaşılacağı gibi bugünün en popüler turizm merkezleri sıralamasını yapan batı medeniyetinin kendi kültürünü egemen kılmaya çalışması bugünün sorunu değildir.
Medeniyeti bize Eski Yunan olarak belleten, egemen kılmaya çalışan batının tam aksine uygarlığın tüm dünyaya bu topraklardan, Anadolu’dan yayıldığını önce biz kabul etmek, stratejimizi buna göre oluşturmak zorundayız.
Neyin üstünde oturduğumuzu iyi belleyip, uluslarası kriterlerin de üzerinde bir envantere sahip olduğumuzu görmek ve buna göre yeni bir bakış açısı ve strateji belirlemek zorundayız.
Muhakkak ki turizm sadece barış ortamında var olan bir müessese. Bundan kimsenin kuşkusu ya da tereddütü yok. Uluslararası ilişkilerin bu kadar kırılgan olduğu bir süreçte turizm ekonomisini yaratmak, yaratmanın ötesinde onu korumak gerçekten zor.
Zor ama imkansız değil.
“Turizm nasıl yapılacak?” kararını vermek, (!) Türk turizmininin merkezine yıldızlı otellerin animasyonlarını, janjanlı tanıtım broşürlerini değil, Anadolu’nun büyük medeniyet mirasını koymak zorundayız.
En azından biz Muğla olarak Türk turizmini sadece deniz-güneş-kum üçlemesinin üzerine kurarak büyük bir medeniyet mirasını görmezden gelmeye devam edemeyiz.
Turizm olgumuzu, denizde yüzmeyeceğini, güneşte yanmayacağını ve kumsalda uzanmayacağını söyleyen Ruslara göre şekillendiremeyiz.
“Ruslar gelmiyor” diye oturup yas tutacak değiliz…
Zira turizm denilen değişken ve dinamik bir süreci statik algılarla ve reflekslerle yönetemeyiz.
Bu noktada Muğla Valisi Amir Çiçek’in “Karamsarlığa kapılmayın” uyarısını bunun ötesinde “Bu doğa, tarihsel ve ören yerleri, sit alanları, göller, akarsular bizde olduğu müddetçe turizmde karamsar olmaya gerek yok” tespitini çok önemsiyoruz.