Biz kenti yazan yerel yazarlarız.
Ancak arada ulusal ölçekli sorunlar hakkında görüşlerimizi de sizlere aktarıyoruz.
Biliyorsunuz yüzde 10 barajının altında kalan siyasi partiler seçim barajının düşürülmesini istiyor.
Peki, kim istemiyor?
Ana muhalefet partisi CHP ile iktidar partisi AKP.
CHP, mevcut seçim sisteminden rahatsızlık duymuyor.
AKP ise halinden memnun.
Bu konuda yapılan araştırmalar yüzde 10 seçim barajının kalkması halinde AK Parti’nin ve CHP’nin bundan oy kaybı yaşayacağına dikkat çekiyor.
Bu nedenle mecliste grubu bulunan ana muhalefet ve iktidar partisi seçim barajının kaldırılmasına sıcak bakmıyor.
Biliyorsunuz, AKP’deki devir teslimin ardından yaşanan ulusal ve uluslararası gelişmeler kendi tabanında bile rahatsızlık yarattı. AKP oy kaybediyor. Ancak kaybedilen oy oranı henüz hissedilebilmiş ya da tespit edilebilmiş değil.
2015 milletvekili genel seçimlerine giderken bir yanda seçim barajının kalkmasını isteyen siyasi partiler, bir yanda seçim barajıyla merkez sağ seçmeni kendisine abone eden AKP, öte yanda da yine seçim barajıyla sol seçmeni kendisine abone eden CHP var.
Eğer yüzde 10 seçim barajı kaldırılırsa herkes biliyor ki; bu partilere olan zorunlu abonelik sona erecek. Parlamentonun rengi ve kokusu değişecek.
Siyasi meşruiyetini birçok etkenin yanında yüzde 10 seçim barajı üzerine inşa eden AKP ve CHP, parlamentonun renk değiştirmesini istemiyor.
“Sistem böyle devam etsin, bizce hiç mahsuru yok” deniliyor.
2015 milletvekili genel seçimlerinden birinci parti olarak çıkmak isteyen AKP, “Hele şu genel seçimi atlatalım. Yenisinden anayasa da yaparız, seçim barajının da anasını belleriz. Ama önce gelin şu seçimi bir geçirelim” ön şartını sunmaya devam ediyor.
CHP sahip olduğu oy oranını hala kendisinin sanıyor.
Seçim barajı nedeniyle parlamento dışında kalan siyasi partiler, seçim barajının kaldırılması konusunda Avrupa’ya kadar gitmekte kararlı.
Dünyanın her bir köşesine gidip bu meseleyi herkese anlatacaklar.
Sonuç itibariyle parlamento dışı kalan siyasi partiler, parlamentoda bulunan siyasi partileri ilk kez fena kıstırdılar.
Türkiye kendisini bir anda oy potansiyeli düşük ama hacmi büyük bir tartışmanın içinde buldu.
Hatırlayınız (!) Anayasa Mahkemesi 1995’te seçim barajını anayasaya uygun bulmuş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de yapılan bireysel başvurulara “Seçim barajı hak ihlali anlamına gelmez. Baraj ekonomik ve siyasi istikrar anlamında önemli” şeklinde yanıt vermişti.
Son süreçte AYM Başkanı Haşim Kılıç’ın bu kararlara rağmen konuyu yeniden gündeme taşıması, her ne kadar “AYM siyasi kaos peşinde” yorumlarına yol açsa da bu taraflı tespit kamusal algıdaki hacmi büyük tartışmanın önüne geçemedi.
Kim ne derse desin, çoğulcu demokrasi açısından temsil ve meşruiyet sorunu yaratan yüzde 10 seçim barajı artık siyasetin gündeminden vatandaşın gündemine taşındı.
Vatandaş kırda, kıyıda ve kahvede sorunu tartışır oldu. Sonunda seçmen, 30 yıl aradan sonra baraj sorununun bir siyaset sorunu olmasının ötesinde kendisine ait, kişisel bir sorun olduğunu nihayet anladı.
Seçim sistemindeki yüzde 10 barajı 12 Eylül’ün ürünlerinden biridir. Genç kuşaklar bilmeyebilir. 12 Eylül öncesinde uygulanan barajsız seçim sistemi d’Hondt idi. Bu sistem oldukça adildi. Partiler aldıkları oy oranına göre mecliste temsil edilirdi. 12 Eylül faşist darbesinin oluşturduğu sözüm ona danışma meclisleri yeni bir anayasa ve yeni bir seçim sistemini oluşturdu. Yürürlükte olan d’Hondt sistemini aldı, evirdi çevirdi ve bu sisteme iki baraj ekledi. İllerin seçmen sayısının milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilen çevre barajı ve yüzde 10 ulusal baraj…
Güya her şey istikrar adına yapılmıştı.
Çevre barajıyla iki partili bir sistem yaratmak, yüzde 10 barajıyla da bölgesel partilerin mecliste temsil edilmelerinin önünü kesmek hedeflenmişti.
Oligarşik bürokrasi işini yapmış, çoğulcu demokrasi açısından temsil ve meşruiyet sorunu yaratan seçim barajıyla, siyasal sistemin el freni çekilmişti…