Dün bu köşeden kaleme aldığımız “Kurucu İrade, Kurulmuş İrade” başlıklı yazıyı“Masa başında oturan memur ve idari personelin amiri statüsünde, bilimsel özerklik statüsünden uzak akademisyenlerden kurulu üniversite senatosu ile birlikte bugün bir masanın etrafında bir araya geleceğiz.Bu toplantıya kent/üniversite ilişkisinin bir taraf’ı olarak gideceğimiz unutulmasın. Üniversitenin kentle olan ilişkilerini sekteye uğratan statik yapılı kurulmuş irade kusura kalmasın! Biz bu toplantıda üniversitenin erk’i, kurucu iradesi ile buluşmayı ümit ediyoruz” diye sonlamıştık.Bu yemekli toplantı da üniversitenin kurucu iradesi ile buluşmayı ümit ediyorduk, ümidimiz boşa çıktı ve biz yine buluşamadık.
Bu işte bir iş var!
***
Üniversite yönetimini oluşturan akademisyenler gazetecilerle olan ilişkilerinin aslında kentle olan ilişkinin kendisi olduğunu artık anladılar.Rektör Mansur Harmandar Bey ve üniversite yönetiminin biz gazetecilere karşı büyük bir hassasiyet taşıdıklarından hiç şüphemiz yok.Ancak hala bir kent/üniversite ilişkisinin insani, vicdani ve sosyal köprüsünü oluşturan gazetecilerle yöneticiler arasında bir şanssızlıktır! aldı başını gidiyor. Şanssızlık diyorum çünkü yaşadıklarımızın anlaşılır bir açıklaması yok.“Sakınan göze çöp batar” ata sözü bu durumu ne kadar açıklar, özetler bilemiyorum.Bir kez daha anlaşıldı; biz üniversite ile aynı dili konuşamıyor, aynı yemeği yiyemiyor, birbirimizi anlayamıyoruz.
***
Artık anlaşılsın ve artık yeter. Üniversite yönetiminin biz gazetecilere yer beğendirmek, yemek beğendirmek gibi bir zorunluluğu yok.Böyle bir şey yok!
Biz; nasıl olur da aynı mekânda birlikte ziftlenmek kentle kurulmuş bir ilişki olarak görülür? Bunu anlamıyoruz, an-la-ya-mı-yo-ruz!…Bizim ilişkilenmek anlayışımız ile üniversitenin ilişkilenme anlayışı arasında çok ciddi farklar var. Başkabiryer buluşmasında bu farkı bir kez daha anlamış olduk. Biz bu toplantıda üniversitenin erk’i, kurucu iradesi ile buluşmayı ümit ediyorduk! yine olmadı. Bu toplantının amacını yine anlamadık, anlayamadık.
***
Anlayamadığımız bir şey daha var. Neden yapıldığını, kime ve neye hizmet ettiğini anlayamadığımız, “kel başa şimşir tarak” salonlarının parıltıları altında düzenlenen toplantı ile özlenen kent/üniversite ilişkisi yerine getirilmiş mi oldu?.Bu algıyı, bu vizyonu kim oluşturuyor? Artık bir şey yazmaya korkar olduk! Bu üniversitenin içinde bizi doğru anlayan bir Allahın kulu yok mu? Üniversite ile her yan yana gelişimizde biz gazetecileri özellikle Özcan Özgür’le, Nejat Altınsoy’u huysuz ve sevimsiz varlıklar gibi gösteren bu algıya, bu algıyı oluşturanlara lanet olsun. Biz kent olarak, kentin gazetecileri olarak insani ve vicdani temelli sosyal bir ilişkinin peşindeyken, bu algıyı oluşturmaya hala devam edenler neyin peşindeler?.
***
Neden yapıldığını bir türlü anlayamadığımız bu yemekli toplantının yemeğini yemedik. Ardından kentle ilişkilenme ölçütü olmaya aday “eski zihniyetin yeni hizmet binası”nda yapılan senato toplantısına da katılmadık. Belirtelim! Senato toplantısına katılmayışımızın üniversite ile bir ilgisi yok. Bu konuyu ayrı bir yazıda kaleme alacağız. Toplantıya katılmadık ama acaba senato toplantısında haber değeri taşıyan bir açıklama yapıldı mı? Diye merak içindeyken Anadolu Ajansı’ndan bir haber düştü. Toplantıda üniversitenin akademik unvanları, öğrencilerin zorunlu yabancı dil hazırlık programından muaf olmaları için Üniversite ve Kamu Personel Dil Sınavlarından alınan puanın minimum 65′e düşürülmesi, Dalaman’da bir sivil havacılık yüksek okulu kurulması konusu da ele alınmış. Ayrıca toplantıya katılan senato üyelerinin tamamına ipad verilmiş. Önümüzdeki ilk senato toplantısında umarız “daha sevimli, iyi huylu ve mülayim” gazetecilerin yetişmesini sağlayacak Basın Yayın Gazetecilik Yüksek Okulu kurulması kararı çıkar, üniversite kendi gazetecisini kendi yetiştirir, sorun da ortadan kalkar.