Senelerdir iş başında olan ve başına hiçbir bir şey gelmeyen kent statükosu, böylesine pespaye bir yaşamın mimarıdır. Zihinleri korku hikayeleriyle bulandırıp işine, gücüne bakan statükocular, dumanlı havayı sevdiler, dumanlı havada tezgah kurdular. Kentin berrak, somut bilgi yükünü, insan kaynaklarını tebeşirle çizdikleri çemberin dışında tuttular ve kendilerine bir düzen oluşturdular. Siyasi örgütlerin, meslek odalarının, kitle örgütlerinin ve halkın üstünde bir bulut kümesinde oturup, fetvalar yayınladılar. Aidiyet ve biat duygularını geliştirip, kentle ilgili her tasarrufta “bir büyüğe sorma” yöntemi geliştirdiler. “Ayıp olur” anlayışı ile kenti a’dan z’ye kilitlediler. Bu el yapımı asma kilidin anahtarını da bir daha kullanılmamak üzere yutup midelerine gönderdiler. Sosyal, siyasal, ekonomik her türlü tasarrufa vize uygulayıp, kontrol mekanizmaları geliştirdiler. İnsan kaynakları, bilgi birikimi, yatırım, istihdam ve üretim olanaklarımızın el frenini çekip, kenti kıpırdayamaz hale getirdiler.Siyasetin örgüsünü bu gerçekten yola çıkarak tezgahladılar. Kenti yönetme ihtimaline en yakında duran tüm siyasi oluşumları göstere göstere kullandılar. Demokrasi unsuru siyasi partilerin ideolojilerini dejenere ederek kendi hukuk düzen ve anlayışlarına göre hazırlanmış didaktik tüzüklere bağladılar. Tüm bunlara bağlı kalmanın toplumsal ve kentsel bir refleks olduğuna inandırdılar, kentsel ve bireysel saygınlığın bu temel üzerinde inşa edilmesini sağladılar. Mahalle ve okul arkadaşlarının ömür boyu süren rekabetine saygı duymamızı istediler. Sorunları körüklediler, aşılmaz gösterdiler. Kentin tüm kaynaklarını “işe ve bir boka yaramaz” kaşesi ile mühürlediler. Kentin gerçeğini, gerçek kenti görmemizi engellediler. Onlar bulutların üstünde kapitalist ve liberal bir düzenin olanakları ile görkemli bir hayat yaşarken, en sıradan ve insancıl yaşam koşullarından bizi mahrum bıraktılar. Doğru ve ideal bir kentte yaşıyoruz algısı yarattılar. Yarattıkları bu algıyı kıytırık sertifikalarla ödüllendirdiler. Her türlü toplumsal algının ve refleksin platformuna tutunup, Ata’nın huzuruna çelenk koydular ve anma törenlerinde gözyaşı döktüler. Kimi gün; CHP’nin Ok’u, Demokratların Süvarisi, Ülkücülerin Üç Hilal’inden birisi oldular. ANAP’ın peteklerinde de bal yapmaz eşşek arısı gibi yuvalanıp kendilerine halkın dışında koloniler, kamaralar kurdular. Bu fantastik hikayenin ve yaşamın sonu gelecek ve her sistem kendi yarattığı denizinde boğulacaktır. Ülke genelindeki statüko yerle bir edilirken sıra bize ne zaman gelecek diye düşünenlere müjdeler olsun. Şimdi sıra bizde. Hiç birşey yapmadan, yaptırmadan var olmakla yetinmeyi alın yazısıymış gibi gösteren, sadece efkarlanmayı yeğleyen statüko, bir şeyler yapmaya, halkın yaşam koşullarını iyileştirmeye ve ona hizmet etmeye gelen bu güce yerini bırakmak zorunda. Bu tarihi bir fırsat…