Kapitülasyonlar gelmeden Lale Devri’ni geride bırakıp, işimize geri dönelim. Geçtiğimiz hafta boyunca kaleme aldığımız yazılarımızın okurun dışında kendisine akademik, bürokratik ve ayrıca statik alıcılar bulması bir yazar olarak beni sevindirdi. Kent/üniversite ilişkisi ile yüzleşmemizi sağlayan bu süreçte biz; kent/üniversite ilişkisiyle ilgili yazılacak çok şey olduğunu fark ederken, kent/üniversite ilişkisiyle ilgili çok şeyin yazılmasını bekleyenleri de bu vesile ile öğrenmiş olduk. Biz yazmamıştık, onlarda konuşmamışlardı. Şimdi biz yazmaya, üniversite de konuşmaya başladı. Bu nedenle bu tür yazıların sağladığı ilişkinin gecikmiş olarak değerlendirilmesi doğal karşılanmalı. Kente havadan gelmeyen üniversite 20 yıllık sürecinde ilk kez kişisel eğilimlere dayanan dogmatik yapısını kendi içinde konuşmaya başladı. Kent ve kentli dogmatik algı ile yüzleşmeye zemin hazırlanırken, biz bir adım öteye geçelim istedik. Önceden tespit edilip, çözülmesi gereken ama çözümsüz bırakılıp olduğu gibi kabul gören, kesinlik ve mutlaklık kazanmış üniversitenin içindeki statükonun hangi temeller üzerine inşa edildiğine bakalım istedik. Varlığını kurucu iradeye borçlu olan, kurucu iradenin diğer tüm unsurlarını özenle dışarıda bırakıp, evrim teorisine karşı, has bahçenin gülü, gözdesi haline gelen statüko aradan geçen 20 yıl sonra alışık olmadığı kentsel ve ahlaklı bir bakışa hazır olsun.
***
Yaşanan krizler sonrasında kent/üniversite ilişkisinde yeni bir döneme girdik. Yaşanan her sorunda kendi yöneticisini ve yönetim kadrosunu kentin, kentlinin önüne koyan, sorunun bir yönetici ve yönetim sorunu olarak algılanmasını sağlayan statüko’nun maskesi düştü. Kapalı kapılar ardında; üniversite yönetimini, akademisyenini ve 20 bin öğrencisini kendi ideolojik algısına, kendine olan mesafesine göre dizayn etmeye çalışan statüko artık kendisine ve saltanatına ulaşıldığını bilmeli.
***
Kendi dinamiklerini pazarlama yolu ile üniversitede hayat ve düşünce tarzı oluşturan, kendi temel ilkelerini üniversite etiketiyle pazarlayan, ideoloji gardrobunu daraltan, modernlikten bahseden ancak yerleşkede muhafazaklık üzerine istasyonlar kuran, ön yargıdan bahsedip üst başlığa üniversiteyi, altına da kenti koyan, mutlaklık duygusunu zorunlu kılan ve ardından akademisyen, öğrenci ve insan haklarından bahseden, özgürlükleri rasyonel ve analitik düşünceyi red eden, yerleşkede sokak söylenceleri ile suni kahramanlar, nirengi noktaları ve çatılar yaratan, ibadet edenlerin de etmeyenlerin de nüfus cüzdanlarına bakan, insani ve vicdani ilişkileri kıymetsizleştiren, YÖK’ü protesto eden öğrencisine dayak attıran, kendisi gibi düşünmeyen akademisyenine, yöneticisine, öğrencisine aba altından sopa gösteren statükoya “Merhaba”…
***
İşin bilim tarafına girmeyelim. Bu statik yapının bilim insanına, bilim dünyasına neler kaybettirdiği bir başka yazının konusu. Bu konuda bilim insanlarına kayıplarını soralım ve bunu daha sonraya bırakalım. Kentle ilişkisinde en sıradan ve insancıl yaşam koşullarından yöneticisini, akademisyenini ve binlerce öğrencisini mahrum bırakan bu statik yapı ve onun yarattığı koloni yakayı ele verdi. Artık bu kolonistlerin “Kentiyle bütünleşmek isteyen bir üniversite, üniversitesi ile bütünleşmek isteyen bir kente” dair yapabilecekleri bir şey yok. Kurucu iradenin iyi niyetini bir zaafiyete dönüştüren ve bunun üzerine bir koloni kuran statüko; 20. kuruluş yıldönümü kutlamalarında meydana gelen olayların ardından yine aynı yöntemi kullanarak kendisini ele verdi. Bu olayda da kendi yöneticisini ve yönetimini kentin önüne koyarak sorunun bir yönetici sorunu olarak algılanmasını sağladı ancak bu sefer olmadı. Artık; yerleşik temelli statik yapıya hasım olmak yerine mevcuda uyum sağlamayı yeğleyen, kendisine gösterilen yerleşkede kendi kolonisini kuran ünistatüko döneminin sonuna gelindi. Bu nedenle kent/üniversite ilişkilenmesini bu yüzyılın en büyük kentsel buluşması, kentsel dönüşüm projesi olarak nitelendiriyoruz. Bu buluşma kentin büyükşehir olması ile de taçlanacaktır. Taçlanma törenlerinde ne kent nede üniversite statükosu artık ön sıralarda yer alamayacak.