Geçtiğimiz hafta yaşanan açıklama krizi sonrasında felsefe kökenli bir bilim adamı problemi bir sosyal bilimci ve bir düşünür olarak ele aldı. Sorunu bilimsel metotla ortaya koydu ve buna göre bir tespitte bulundu. “Siyasetçileri taassuptan kurtarmak lazım.” ***
Descartes’a göre, “Fikri taassuptan kurtulmanın yolu; Doğruluğunu apaçık olarak bilmediğimiz hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemek, yani acele hüküm vermekten ve peşin hükümlere saplanmaktan dikkatle çekinerek verdiğimiz hükümlerde açık ve seçik olarak kavradığımız şeyleri bulundurmakla” mümkün.
***
Bir Prof. Dr. Necati Öner tespiti: “Fikir mutaassıpları fikirlerini belli bir düzeyde tutamamış, bir fikir adamı olmaktan çok politik trendli kimseler olmuşlardır. Bunların dayandığı kanıtlar bilimsel gerçeklerden çok, politik görüşlerdir”.
***
Fikir taassubu bilimsel zihniyete ve metotlu düşünceye karşıt, akılcı ve bilgiye dayalı bir yöntemden uzak duruyor. Buna göre taassubun en zarar verdiği iki olgu; din ve ideoloji olarak açıklanıyor. Din, vatan, millet, insanlık gibi değerler taassubun aleti olarak kullanılıyor. Taassubun ilk kurbanları da filozof ve bilim adamları. Çünkü taassup akli açıklamanın ve özgür araştırmaların baş düşmanı. Kör inancın, bağnazlığın, hoşgörüsüzlüğün hükümranı olan bir ortaçağ karanlığı.
***
Belli kavramları kullananları daha dindar, vatansever ve muhafazakâr saymak, bazı kavramların dışında kalarak özellikle dini hayatına sokmayanları aydın, ilerici ve çağdaş saymak insanoğlunun hoşgörüsüzlük çizgisinin nereye kadar gittiğinin göstergesi. Taassubun toleransı yok. Taassub davranış ve görünüşün arkasında farklı kanaatler, inançlar, görüşler olduğunu kabul etmiyor, bu noktada iki temel noktadan ilim ve hoşgörüden mahrum kalıyor. Dışa açılmayı, adeta bir parçalanma, kendinden koparılma şeklinde düşünüyor, gerçeğin ne olursa olsun kendinde olduğuna inanıyor.
***
Taassup medeni toplumlarda kayboluyor. Bilim insanlarına göre taassubun temel nedeni bilgisizlik. Daha çok bilgili olmanın başkasına zararı olmadığını belirten bilim insanları bilginin insanı kendisiyle barıştırdığını ve hoşgörüsünü geliştiğini belirtiyorlar. “Bilge ve kültürlü” olanın başkalarını zorla ikna etmeye çalışmadığını ifade ediyorlar.
***
Taassup, “Belli bir sınırdan öteyi görmeyi reddedip kendini, yine kendi egosu çerçevesinde hapsetmeyi tercih eden ve bu anlamda kendine karşı savaş vermeyi düşünmeyen genel bir insan karakterinin ürünü” olarak nitelendiriliyor.
***
Herkes kendi doğrularının evrenselliğini iddia eder, farklı doğrular karşısında kendini kapatır, dışarıda olanlarında doğrularının bulunabileceğini reddederse belirli bir ideolojiye saplanır, birden bire her şeyi değiştirebilecek bir sistem bulduğunu sanıp kendinden olmayanlara karşı saldırıya geçer. Onları yok etmeye çalışır ve sonuçta taassup çizgisine gelir. Taassubun en kötü yönü de işte bu saldırganlık halidir.
***
İnsan çoğulcu anlayış ürünüdür. Bu çoğulcu yapıyı dikkate almamak, dar bir fikre saplanıp, kendi fikir ve inancını üstün tutarak başka fikir ve inançlara karşı düşman olma tavrını oluşturmak taassup halidir. Taassub hali; bireyi, insanca yaşamayı ve toplumun gelişmesini direkt olarak engeller.
***
AK Parti; siyaset-cemaat ilişkisinde diğer siyasi oluşumların çok üstünde durur. Diğer yerleşkelerde olduğu gibi partinin kent portföyünde cemaat yapısının etkinliğinden bahsedilir. Parti de mutaassıplığın ön sıralarda kendine yer bulması belki bu yüzdendir ve mutaassıplar eleştirici düşüncenin ürünü olan felsefe bir arada bulunmak istemez.
***
Tıpkı bilim insanları gibi, bir kent yazarı olarak siyasetçileri taassuptan kurtarmak gerektiğine inanıyorum. Bir fikir önderinin görüşü ile sonlayalım. “Taassup insanoğluyla var olmuş ve hemen her zaman ciddî problemlere sebebiyet vermiş ferdî ve içtimaî bir dengesizlik ve bir hastalıktır. Bu hastalık bazen yanlış bir din yorumuna ve mezhep anlayışına bazen herhangi bir düşünce sistemi ve ideolojiye, bazen de bir ilhad ve inkâra dayana gelmiştir. O neye dayanırsa dayansın dengelenmediği takdirde her zaman zararlı olmuş, insanları birbirine karşı saygısızlığa ve tecavüze sevk etmiş, salim düşünceyi felce uğratmış, muhakemeye kement vurmuş korkunç bir marazdır. İşte böyle bir maraza müptela olan herhangi bir dengesiz, farklı düşünen herkese rahatsızlık verdiği gibi, kendi hayatını da kendi hakkında cehenneme çevirmiştir. Zira böyle biri, kendi inanç ve hayat felsefesini şayet bir hayat felsefesi varsa, kendi mezhep ve ekolünü, kendi ideoloji ve tarikatını, kendi cemaat ve zümresini herkesten ve her şeyden fâik gördüğünden, kendi yol ve yönteminin dışında hiçbir şeyi tanımaz, hiçbir alternatife tahammül edemez ve hele asla müsamahalı olamaz. Müsamahalı olmak bir yana, mü’minse kendi gibi düşünmeyenleri kâfir sayar, kâfirse avaz avaz ‘yobaz’ diye onları cihana ilan eder.”