Yaklaşık yirmi yıl önce, senaryosunu Attila İlhan’ın yazdığı bir diziydi.  İstanbullu bir ailenin ferdi ana karakterin  Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra doğuda bir sağlık ocağı doktoru olarak verdiği savaşı  anlatıyordu. O günlerde çok tutmuştu.  1960 – 70’li yılların  Türkiyesi’nde sağlıkta “sosyalizasyon” en yoğun tartışılan konulardan biriydi. Hikaye işte bu sosyalizasyonu anlatıyordu. Ayrıca yarın olgusunun bugün yaşanan tüm sorunları çözebileceği inancı üzerine bir kurguydu.  Ancak yarının beklenecek bir unsur olmasına karşın hiçbir şeyi çözmeyeceğinin de anlaşıldığı bir dramaydı.Yarını beklemek, sorunun çözümünü beklemek, umutla ve sabırla beklemek. Beklenen yarın’ın  aslında bugün olduğunu anlatan bir Atilla İlhan hikayesiydi. Bu hikayenin bize anlattıklarını yaşam içerisinde uygulayıp,  yarını bir çözücü olarak beklemeyi terk etmiştik.“Yarın Artık Bugündü”.
Ne yapılacaksa şimdi ve bugün yapılmalıydı…
Kendi tabanıyla, kendi seçmenleriyle sorunlu olmak buna karşılık olarak  toplumun bütün unsuları ile barışık bir düzen yaratmak. Siyasetin  son on yılında, memnun olanlarla, hayal kırıklığına uğrayanlara şahitlik etmek. Geçmişte beraber siyaset yapanların geldiği noktayı tespit etmek. Kent yeni bir anlayışı, yeni bir üslubu hak ediyor diye düşünmek.  Kenti, bir ve beraber yapan değerleri gözden geçirmek. Halk, sivil toplum örgütleri, esnaflar, odalarla birlikte siyasetin merkezini yeniden inşa etmek. Kent statükosunu oluşturan imtiyazlı ve elitlerin siyasi partilerdeki konumları gözden geçirmek. Halka rağmen, halk için kararlar alınması önlenmek. Siyasette halkın iradesini yeniden oluşturmak ve hakim kılmak. Halkın taleplerinin merkezinde duran bir siyaset inşa etmek.  Tüm bunların inşasında her türlü dayatmaya da karşı durmak. Halka dayatma yapılamasına izin vermemek. Halkın iradesi ve taleplerini öncelik olarak gören ve kabul eden bir yönetim anlayışı yaratmak. Derdimiz bu.  İnek altında buzağı aranmasın ! Bu;  iki yıl sonrasının planı ve kent bu planlama için iki yıl beklemeyecek, planlama başladı. Tanıdık ve bildik herkes bu planın bir parçası. Statükodan, elit ve imtiyazlıdan, biat ve aidiyet duygularından arınmış “sağ duyu” ile hareket eden sol’un ve  yarının planlaması. Her biri bir köşede olmasına karşın, aynı temele dayanan yaşam biçimleri ile insanlar bu projenin sahibi ve neferi.  İçimizdeki kuzu postu giymiş Neo-Liberal misyonerler “Sosyal Devlet, Sosyal Kent” anlayışını sonlandırmak üzere fetvalarını vererek bu çabayı baltaladılarsa da yara derin değil…
Mehmet Üzümlü ağabeyim çabuk iyileş, yükümüz ağır, yolumuz uzun …