Bilim, gerçeğin bilgisini edinmeye yönelen sürecin adıdır. “Gerçek ne kadar korkunç olursa olsun, gerçeği bilmemekten daha korkunç olamaz”.
Gerçek;  aranan, değer verilen, işe yarayan, karmaşık olan, bilinmediğinde sorun yaratan, çok boyutlu, çok ilişkili olan, bilimin sanatın, düşüncenin, düşün yüzyıllardır peşinde koştuğu, yasalarını içinde barındıran, küçüklü, büyüklü, bütün boyutları ile bulunduğunda, kavrandığında güzelliği, gücü daha da artan, gizemli ve büyük kavramdır.
Tarih; geçmişteki olaylara ait bilgilerin keşfi, toplanması, bir araya getirilmesi ve sunulması bilimidir. Tarihi bilgi, geçmişteki olaylara ilişkin tüm bilgilerin, olayların yaşandığı dönemin şartları göz önüne alınarak, mümkün olduğunca nesnel bir şekilde sunulması ile oluşur. Kentin yukarıda belirtilen “gerçek ve tarih” olgulardan mahrumiyeti, tarihsel bağ ve derinliğimize engel oluşturmaya devam ediyor. Kent ve kent insanı yazılı tarihe sahip olmamanın bedelini bir kez daha ödüyor.  Araştırmaya dayalı derinlikli bir yazılı bir tarihimiz, kaynakçamız yok. Bilim insanları ve tarihçiler araştırmadıkça da, birileri bu işlere kafa yormadıkça da olmayacak.
Tarih; insanoğluna sormadan kendini sürecini tamamlıyor. Tarih, “yazı yoksa sözle buluşuyor” ve kendini yaratıyor. Bu nedenle tarih; söze dayalı, bilimden, bilimsellikten uzakta söylenceler bütünü olarak adeta kıymetsizleşiyor. Aynı döneme ait yazılan her belge “tarihsel gerçek” olarak kabul görüyor. Bilimin ve tarihin “yazıyı kalıcı, sözü uçucu” olarak gördüğü bu toprakların bir parçası olarak bizler de tarihsel geçmişimizi aydınlatacak gerçeğin peşine takılmak istiyor ve bu noktada gerçeğimizi arıyoruz.  Kent; kendi tarihsel gerçekleri ile yüzleşmeden il olmanın 100. yılını, yazılı 100 evraktan yoksun olarak kutlamaya hazırlanıyor. Gevenes’te, Belen kahvesinde Bay Mustafa ile Muhtar Tevfik’in neden kavgaya tutuştuğunu,  Çine’de Yunan’a siperinde kafa tutan 5 Kahraman Mehmed’i, Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın kendisini idam sehpasına kadar  götüren 33 kurşun olayının sosyal, siyasal ve askeri boyutlarını bilmeden, araştırmadan, şifrelerini çözmeden, sırlarına ulaşmadan kutlamayı sadece rakamsal ve suni  değerler üzerinden yapabiliriz.
Orgeneral Mustafa Muğlalı ve 33 kurşun olayı hakkında yazılı belgelerden birisi Mahmut Goloğlu’nun Milli Şef Dönemi adlı kitabıdır. Bu kitap bu konuda kaynakça kabul edilir.  Sayısız köşe yazarına kaynak oluşturan bu araştırmada olay şöyle anlatılır:  “1940’lar, savaş, kıtlık ve kaçakçılık zamanı! Türkiye’den İran’a şeker, hayvan ve ilaç. İran’dan Türkiye’ye çay ve gazyağı kaçırılmaktadır. Kürt Milan aşiretinin yarısı Türkiye’de, yarısı İran’dadır. Aşiret Reisi Misto (Mustafa), bizim Milli İstihbarat’a Rusya hakkında bilgiler vermektedir. Mühim bir hadise çıkmadıkça bu ‘fiili sınır ticareti’ne göz yumuluyor. Aşiretin rakibi Memikân (Memikler) aşiretidir. 1943 Mayıs’ında iki büyük ve çatışmalı kaçakçılık olur. Misto’nun koyun sürüleri sınırdan kaçırılıp Türkiye’ye sokulmuş, koyunlar paylaşılmıştır. Misto, Memikân aşiretini suçluyor, çatışmalar oluyor, jandarma müdahale ediyor. Milan aşiretinden 40 kişi gözaltına alınıyor. 3. Ordu Komutanı Org. Mustafa Muğlalı Özalp’a geliyor. Bu sırada adli soruşturma tamamlanmış, sadece 5 kişi tutuklanıp diğerleri serbest bırakılmıştı. Fakat Muğlalı’nın emriyle yeniden tutuklandılar, 33 kişi tutukludur… Ve ‘çatışma’da, tutuklular arasındaki bir kadın hariç, 32 kişi öldürüldü. Ve, “öldükleri hakkında önceden düzenlenen tutanak işleme konuldu!”
Tarihçi Mahmut Goloğlu’nun kitabında  “Söylentilere göre Muğlalı Ankara ile gizli görüşme yapmış, sonra tutuklananların öldürülmesi gerektiğini bildirmiş” diye yazıyor. Bu konuda yazılı bir belge yok. İddiaya göre bu görüşme söze dayalı ve bu görüşmenin kiminle yapıldığı halen bir sır ! Orgeneral Mustafa Muğlalı, yargılanmayı beklediği hapishane de yaşamını yitirdi ve paşa bu sırrı ile birlikte toprağa verildi. Ülkenin aksine Muğla kamuoyunda Orgeneral Mustafa Muğlalı olayı ile ilgili genel bir kanı vardır ve bu kanı bir iddiaya dayalıdır. Buna göre; Muğlalı Paşa’nın bu gizli görüşmeyi “Milli Şefle” yaptığı, emri ondan aldığı iddia edilir. Bir komutan olarak “vazife perverliği” ile tanınan Muğlalı, Ankara’dan aldığı “sözlü” emri uygular. Olay yargıya taşındığında ise Ankara ile yaptığı bu gizli görüşmeyle ilgili “askeri disiplini”gereği hiçbir açıklama yapmaz. Bu bir iddia. Mutlaka bilim insanlarının, tarihçilerin araştırması gereken bir iddia. Orgeneral Mustafa Muğlalı olayının 33 kurşun olarak tarihte yerini almasının yanında bu olayın Atatürk sonrası Türkiye iç politikası ve uygulamaları açısından da değerlendirilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. O döneme ait her türlü sözlü yada yazılı verinin ve kaynağın bilim insanlarına ve tarihçilere ulaştırılması, dönemin ve sürecin araştırılması ile yakın tarihimizde meydana gelen bu olayının üzerindeki sır perdesi aralanabilir düşüncesindeyiz.