Korumacılığı hep önemsedik.
Korumacılığı, kentsel sit kavramını, neyin korunup neyin korunmayacağı kararını veren kent planlamacılarının seçkin değerlerinden birisi olarak gördük.
Mimari miras kavramı etrafında biçimlenen kentsel sit alanı, gururumuzu okşarken, bir yere ait olmanın kültürel kodlarını da oluşturdu. Bu mimari miras aynı zamanda kentli kimliğimizi oluşturan unsurlardan birisi, belki de en önemlisiydi.
Hepimiz, beyaz badanalı cumbalı evlerin birbirine sokulduğu, asmaların ve begonvillerin kenar süsü oluşturduğu dar sokakların çocuklarıydık.
1970’li yıllarda oluşan kentsel sit kavramı uzunca bir süre kendi doğal sürecini yaşadı. Birçoğu zamana yenik düşse de büyük bir çoğunluğu zamana direnerek bugünlere ulaştı.
Kentsel sit kavramı korumacılık boyutundan yeni işlevine Arasta restorasyonu ile adım attı. Dönemin Muğla Belediyesi bu projeyle yeni bir planlamanın sahibi oldu.
Mimari estetik kaygılar,
Yeni sürdürülebilir ekonomik dinamiklerin yaratılması,
Kültür turizmi, zanaatkarlığın yeniden değerlendirilmesi,
bölgenin kentsel dokuya geri kazandırılması bir yüzü kentsel mirasa, bir yüzü modernliğe dönük kentin yeni kimliğinin ipuçlarını oluşturdu.
Mekânın ruhunu mimari egoya kurban etmeyen, halkın uyum dinamiklerini hesaba katan,
ekolojik dengeye katkıda bulunan, yeni ve sürdürülebilir sosyo-ekonomik dinamikler yaratan bu planlama adeta kentin kurtuluş reçetesiydi.
Siyasal ve toplumsal kirlenmeyle meşruiyet kazanan rant simsarlarına inat Muğla, korumacılık bilinciyle, Arasta ve eski kent restorasyonu ile özgün ve kendine has bir model yarattı.
Muğla; kentsel sorunları göçten,
Trafikten ve şehirleşmeden sananları kendi yaşam kriterlerini hayata geçirerek bir kez daha yanılttı.
Kendi yaşam kalitesi hakkında söz sahibi olmak kararı ile Muğla; özenle koruduğu geçmişinden yeni bir kent kültürü yaratırken kendine özgü kentsel anlayışı da sergilemiş oldu. Şehircilik anlamında herkese geçmişten gelen mimari mirasın sürdürülebilirli-ğini de gösterdi.
Bu Muğla’ya özgü bir formüldü.
Ancak bunca doğru işin yanında, korumacılık bilincinin yanında artan kent nüfusu, bizi yeni yerleşim alanları yaratma noktasına götürdü. Yeni yerleşim alanları konusunda ne kadar doğru yaptık, ne kadar doğru uygulamaları hayata geçirdik; tartışılır.
Büyükşehir yasası dayatması öncesinde kentte oluşturulan yeni yerleşim alanları; Menteşe konutları, Gülağzı, Yerkesik ve Yaraş yolu üzerindeki yerleşkeler yeni dönem disiplinli ve zorunlu şehirleşmenin ilk adımlarıydı. Üniversite sahip olduğu popülasyonla kent merkezindeki durağanlığın aksine Kötekli yerleşkesinde hızlı bir şehirleşmeye yol aldı.
Öğrencilerin artan konut sorunu karşısında tarımsal alanlar bile konut alanlarına dönüştü ve bu dönüşüm kendi içinde bir rant yarattı.
Kötekli’nin yaşadığı sosyo-kültürel değişimi merkezi otoritenin 1. Etap TOKİ uygulaması takip etti.
TOKİ uygulamasının ardından Karabağlar Yaylası girişindeki yapılaşmalar geldi.
TOKİ’ye zorunlu olarak ve sahipliği ve partnerlik yapmak zorunda kalan Muğla, büyükşehir yasasıyla yeni bir zorunluluğun eşiğine geldi.
Muğla, risklerle dolu da olsa büyükşehir yasasıyla imar planı yapma ve uygulama yetkisine sahip oldu.
Bu hakkı bize ilin tamamını il sınırı olarak kabul eden büyükşehir yasası verdi.
Büyük bir değerler bütünü olan bu coğrafya da şimdi kıyıdan kırsala yeni bir planlamanın arifesine geldik.
Dileğimiz bu güne kadar korumacılık bilinciyle hareket eden Muğla’nın bu yeni planlama sürecinde kent kimliğini var eden unsurları özenle koruyarak yeni bir planlamaya sahip olması…