Büyük şehir statülü seçimlere giderken, sağdan soldan çomak sokanların, derinliksiz ve özensiz dürtülerine, ucuz tespitlerine ayıracak zamanımız yok. Yükümüz ağır yolumuz uzun. Büyük şehrin sağlayacağı yeni yönetim olanaklarını yazmayı, bu süreçte bize yöneltilen eleştirilere cevap vermekten çok daha önemli görüyor, onları içinde bulundukları açmazlarla baş başa bırakıp yolumuza devam etmek istiyoruz. Büyük şehir seçimlerine gittikçe yaklaştığımız bu süreçte yerel yönetimler konusunda toplumsal algının ve bilincin oluşması adına bir yerel yönetim modeli olan belediyecilik konusuna yakın tarihimizden, 1961 anayasasından başlamak istiyoruz.
***
1961 Anayasa’sının 116. Maddesinden başlayalım. Bu maddede yerel yönetimler “Mahalli idareler, il, belediye ve köy halkının müşterek mahalli ihtiyaçlarını karşılayan ve genel karar organları halk tarafından seçilen kamu tüzel kişileridir” şeklinde tanımlanıyor. Bu fıkra; özerk, yani tüzel kişiliğe sahip ve karar organlarının halkın seçtiği üç tür yerel yönetimden bahseder. Bunlar il özel idareleri, belediyeler ve köylerdir. İl özel idareleri ve köyler, yerel yönetim modeli olarak büyük şehir statüsüne kadar işin dışında tutulmuştu ancak büyük şehir statüsü ile yerel yönetim olgusunun en önemli bileşeni haline dönüştüler. Bu ayrı bir yazı konusu. Ancak biz yerel yönetimleri bu gün belediyeler üzerinden değerlendirmeyi daha doğru buluyoruz.
***
Kent yönetimleri yetkisini ve tanımını kamu iradesinden alan belediyeler tarafından yapılır. Cumhuriyet tarihimizde kentler, 1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı belediye yasası temelinde ve aynı tarihlerde çıkarılan Umumi Hıfzısıhha yasası ile tamamlanarak yönetildi. Bu yasanın kurucu yasal çerçevesi ise o yılların yaygın görüşü olan “sosyal belediyecilik” yaklaşımından aldı. İlerleyen yıllarda ise yasalar ve çeşitli maddelerde yapılan değişiklik ile günün koşullarına uyarlandı. Ancak yasanın temel yapısı da korundu. Bu değişiklerden ilki 1959 yılında belediye olma koşulunun değerlendirmesi, ikincisi 1981 yılında su ve kanalizasyon yönetiminin değişmesi olarak görüldü. 1984 yılında 3030 sayılı yasayla da büyük şehir belediyelerinin yönetim modeli kuruldu.
***
1961 anayasası daha önceki anayasada tanımlanan belediyecilik anlayışından farklı olarak “hizmet yerinden yönetim ilkesini” getirdi. Ademimerkeziyet, yerinden yönetim ilkesi anayasal kılındı. Bilim insanlarına göre anayasadaki merkeziyetçi olmayan hükümlere rağmen, yönetim sistemi aşırı merkeziyetçi öğeleri üzerinden atamadı. Bilim insanları bu durumu yerel yönetimlerin ekonomik açıdan merkeze bağlı olması ve mali özerkliğinin olmamasına bağladılar. İkinci gerekçe ise yerel yönetimlerin yani belediyelerin karar ve eylemlerinin merkezi yönetimin denetim ve müdahelesine açık olması olarak açıklandı.
***
1970 yılından 80’li yılların başına kadar belediyeler, demokratikleşme konusunda ülke gündeminde önemli bir yeri işgal ettiler. Kent nüfusunun artması, toplumda siyasal kültürün yerleşmesi ve belediyelerin muhalefet partili belediye başkanları tarafından yönetilmesi bu dönemin ve demokratikleşme konusundaki en önemli ipuçlarını oluşturdu. Gelelim bu güne.
***
Bugün ülke genelinde toplamda 2 bin 950 belediyeye sahibiz. Bunların 16’sı büyük şehir statüsünde. 12 Kasım 2012 tarihinde meclis genel kurulunda kabul edilen yeni büyük şehir yasası ile aralarında Muğla’nın da bulunduğu 13 il büyük şehir statüsünü kazandı. Bu uyguluma ile büyük şehirlerin sayısı 29’da yükseldi. Büyük şehir statüsü ile gelen yeni yönetim modeline göre ülke genelinde belediyecilik dağılımında 29 büyükşehir ve büyük şehre bağlı 143 ilçe, 65 il merkezi, 749 ilçe merkezi, 1977 belde belediyesi bulunuyor.
***
Biliyorsunuz; 1970’li yıllarda belediye olma ölçütleri değişmiş, nüfusu 2 bin’den az olan yerleşimlerin belediye belediye olma sorunu ortaya çıkmıştı. Ekonomik ve toplumsal yapısı ile kırsal olan yerleşim birimilerini belediye olarak yönetmek büyük sorunu da beraberinde getirmişti. Belediyelerin geliri ; tarım, hayvancılık temelli değil, “iş yeri ruhsatı, imar geliri,ilan reklam geliri” gibi kentsel etkinlik temelliydi. Bu sorun 2006 yılında çıkarılan belediye kanunu ile çözüldü. Buna göre belediye olmak için 5 bin nüfusu geçme koşuluna bağlandı.
***
Belediye yasasının 14. maddesine göre belediyelerin görev ve yetkileri şu şekilde tanımlanıyor. “İmar, su, kanalizasyon ve ulaşım gibi alt yapı; coğrafi ve kent bilgi sistemlerini, çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık, zabıta, yangın söndürme, acil kurtarma, ambulans, kent içi trafik, mezarlık hizmetleri, ağaçlandırma, park ve bahçe işleri, konut, kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, sosyal hizmetler ve evlendirme”. 5393 sayılı yeni yasada yukarıda belirtilen görevlerin “belediyeler tarafından yapılabileceği ya da yaptırılabileceği” açıkça yer alıyor.
Yukarıda bilginize sunulun zorunlu görevler haricinde belediyelerin gelir durumlarını da gözeten bir başka yetkileri de bulunuyor. Bunları da sizlere iletelim. “Okul öncesi eğitim kurumları açmak, devlete ait her düzeydeki okul binalarının yapımı, bakımı ve onarımını yapmak, bunların araç gereç ve ihtiyacını karşılamak, sağlıkla ilgili her türlü tesisi açmak ve işletmek, kültür ve doğa varlıkları ile tarihsel dokunun ve kent tarihi bakımından önem taşıyan yerlerin ve işlevlerin korunmasını sağlamak, bakım ve onarımını yapmak, korunmasına olanak bulunmayanların aslına uygun olarak yeniden yapılmasını sağlamak”. Yukarıda size ulaştırılan belediyelerin görev ve sorumlulukları belediye yasanın 15. maddesi ile belediyelere tüm bunları yapabilme yetkisi ve ayrıcalığı sağlamasına karşın “Yerim dar” diyerek mazeret üreten belediye başkanlarının mazeretlerini bir kenara bırakalım. Bir soru ile sonlayalım. İçinde yaşadığımız yerleşkelerin yönetimini elinde tutan kaç belediye ve belediye başkanı kendilerine yasa ile tanınmış yetkileri yeterince kullandı?