BİR EVDE KALMA HİKAYESİ – DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Mayıs ayı içerisinde 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı getirilmesi ile 9, 14 ve 16 Mayıs tarihlerinde kaleme aldığımız “Bir Evde Kalma Hikayesi” başlığı taşıyan köşe yazısı kahramanı, adı bizde saklı 946’lı değerli ağabeyimiz Mayıs ayının ortasında yayladaki yurduna taşınmıştı.
O günden beri orada.
8 ay boyunca bir gün bile merkeze gelmedi.
Bütün yazı, hatta sonbaharı orada geçirdi, yetmedi kışı da orada, yaylada geçirme kararı aldı.
Kendisine yaptığım son ziyarette yol kenarındaki göç çiçeklerini koparırken görünce (!)
Şaşırdım.
Yaylasına, toprağına, havasına, suyuna, irimine, börtüsüne, böceğine bu kadar düşkün adam (!)
Gördüklerime inanamadım.
Motosikleti park edip yanaştım, ne yaptığını sordum.
İstifini bozmadı “Gitmecem” dedi.
Anlamadım.
“Netcen” dedim.
Heceleyerek “Git-me-cem” dedi.
“Gitmeceksen gitme (!) çiçeklerden ne istiyorsun”? diye sordum.
Bir demet göç çiçeğini koparıp doğruldu.
Elindeki çiçekleri sallayarak; “Ne le bu? ıspınak mı, pıransa mı, ilana mı (!) yinimiyoru mu bu?” dedikten sonra çiçekleri fırlattı ve yolmaya devam etti.
Olanı biteni anlamakta güçlük çekiyordum.
Abzürt, anlamsız bir olay karşısında sınıfları ve seviyeleri eşitleyen Muğlalı tavrıyla; “Arkıdeş sen napıp durun, bu gelme-gigme meselesi ne? Çiçeklere neden koparıpdurun? diye sordum.
Ters ters yüzüme baktı.
Bir demet göç çiçeğini koparıp; “Bu ne çiçeği” diye sordu.
“Göç çiçeği” dedim.
“Ne çiçeği” diye tekrar sordu.
“Göç çiçeği” dedim.
“Nedep duru bu çiçek?” diye sordu.
Anlamadığımı görünce; “Göç deyip duru, git gare deyip duru”…
“Eeee” dedim.
Sesini yükseltti; “Git-me-cem, yaylıda galcem, kıprımecem” dedi.
Bir haftadır evinin bulunduğu sokaktaki bütün irimlerde açan göç çiçeklerini köklediğini, eşi söyledi.
Yenge hanım; “Hiç böle bişey etmezdin, noluvedi bu adama biliman” sözleriyle işi özetledi.
Muhterem büyüğümüz sokakta sağlı sollu ne kadar göç çiçeği varsa hepsini kopardı, bir torbanın içine koydu, yanımdan geçerken gözlerini bana dikerek ‘gitmeyeceğini’ bir kez daha tekrarladı ve cümle kapısından içeri girdi.
Bir müddet yaptıklarını ve bana söylediklerini düşündükten sonra işi çözdüm.
Muğlalı yayladan göçme zamanı geldiğini göç çiçeğinin boy göstermesiyle anlar.
Yol kenarlarından kendiliğinden çıkan bu sarıçiçek, Sternbergia Lutea, Sarı Çiğdem olarak biliniyor.
Göç çiçeği açtı mı, yayladan Muğla’ya göç edilir.
Yüzlerce yıldır usul böyledir.
Huysuzluğu ile tanınan ve herkesin kendisini böyle kabul ettiği muhterem büyüğümüz, anladık ki doğadan gelen ve göç vaktine işaret eden hatırlatmaya sinir olduğu için göç çiçeklerini söküyor.
Yoksa niye söksün?
Meseleyi kavradıktan sonra eve girdim ve kendisini söylenirken buldum.
“Ben koparıyon u çıkıyoru, ben söküyon u bi daha çıkıyoru. Nereye baksam göç çiçeği. Yetti bitti gare. Çiçeğe ba; Bene göç dep duru (!) göçmecem, borda galıcem”….
Yanına oturdum, sakinleşmesini bekledim.
Bir müddet sonra; “Göç çiçeği sana göçmeyi hatırlattığı için mi söküyorsun” diye sordum.
Başıyla aşağı yukarı tasdikledi.
“Başka neden sökem ki” dedi.
Özcan Özgür gibi, ‘beni de bi gülmek aldı’…
“Ne gülüpdurun len puşt, gülcek ne va” diyerek saydırmaya başladı.
Beni bi güzel kalayladı.
Oturduğu köşküden ayağa kalkıp işaret parmağını yüzüme yüzüme sallayarak; “Bu anasını sattığımın koronası aldı başını gidiyoru. İnsanlâ ölüp duru, bitmedi gitti nalet. Yasakla devam edipduru zati. Aşı-maşı depdurla, aşı gelinceye gada kıpremecem. Ne işim va len benim Molu’da, dört duvar arasında? Borda galcem, gitmecem” dedi.
Sanki kısıtlamalar başlayınca, üstelik 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı gelince Saburhanedeki evinde “Yasak-masak anlımam, dışarı çıkıcem” diye ortalığı birbirine katan kendisi değildi.
Tabi kendisine böyle bir hatırlatma yapmadım.
Göç çiçeği gösterisi bitince kendisine; “Otur bi sakinleş” dedim.
Yanıma oturdu.
Misafir statüsüyle orada olduğumu geçte olsa onladı.
Eliyle ‘ne var ne yok’ işareti yaptıktan sonra; “Eyimin” diye sordu.
İyi olduğumu, salgına karşı alınan önlemlere uyarak kendimi korumaya çalıştığımı anlattım.
Yaylanın kış mevsimine uygun olmadığını, Muğla’ya göçmesi gerektiğini anlatmaya başlamıştım ki, oturduğu yerden bir kez daha fırladı.
Kolumdan tuttuğu gibi evin bahçe tarafına götürdü.
“Bak bakam” dedi.
Klasik Muğla mimarisindeki yayla evi baştan aşağı şeffaf branda ile giydirilmişti.
Başıyla evi işaret ederek; “Biz önlemimize aldık aslanım” diyerek lafı ağzıma tıkadı.
“Gahbe silver sobeyi yaktın mı evin içi fırın gibi oluyoru” diyerek benimle dalga geçti.
Sakinleşmişti.
Köşkünün bir ucunda ben, bir ucunda o birer kahve içtik.
Yayla her zaman olduğu gibi çok güzeldi…
Beni kapıya kadar uğurladı.
Dönmek için motora binip çalıştırdığım sırada eşine seslendi:
“Endene bi dene gavun goyve, yılbaşında yisin” dedi.
***
Kopyalanamaz, izinsiz kullanılamaz.
MKG/Nejat Altınsoy Aralık 2020