BİR ‘EVDE KALMA’ HİKÂYESİ
65 yaş üstüne sokağa çıkmak yasak ya,
Yakın bir aile dostumuzun oğlu olan arkadaşım telefonla beni aradı ve yardım istedi.
46’lı baba, tıpkı refikleri gibi yasak masak dinlemeyip sokağa çıkıyor, kendisine yapılan uyarıları ipine takmıyor, arıza yaratıyormuş.
Konu komşu birkaç kere uyarıda bulunmuş ancak sonuç alınamamış.
Dedi ki; “Babam, laf dinlemiyor, adamı sürekli sokaktan yakalıyor, eve zorla getiriyorum. Nejat abi, seni sever ve dinler. Allah aşkına bize kadar gel, adam laf dinlemiyor, annem çocuklar delirmek üzereyiz”…
46 doğumlu ağabeyimle olan özel dostluğumun böylesi sıkıntılı bir süreçte işe yarayacağını düşünen aileden gelen çağrıya kayıtsız kalamadım.  
Şimdilerde durulmuş olsa da gençliğinde memleketin bıçkın delikanlılarından biri olan büyüğümüzü evde kalmaya ikna etmek için Saburhane’deki evine doğru yola çıktım.
Yolda 65 yaş üstü birkaç kişiyi görsem de görmemezlikten geldim.
Zira ev haliyle dolanıp duruyorlardı.
Çağrı aldığım eve ulaştım ve kapıyı çaldım.
Kapıyı 74 yaşındaki ağabeyimiz açtı, karşısında beni görünce de başını geriye dönüp;   
“Sene mi aradı bu deyus” dedi.
Ailenin tamamı torun torba bahçede toplanmış, adeta benim gelmemi bekliyorlardı.
“Bak Necat” diyerek söze başladı ve şöyle devam etti;
“Yayleye gitmem lazım. Goyverimazla, önüme önüme geçiyorla. Moturun anahtarını saklamışla. Bağda bahçede iş va. Bırak bağı bahçeyi; 20 gada tavık, 3 dene köpek bene beklepduru. Neymiş, yasakmış. Ben çıkıcem arkıdeş. Mapısa mı atıyola le bene. Atsınla. Ben evde durmecem. Duvarla üstümü üstümü gelipduru. Neymiş virüs varımış, virüsün anasını satem. Nediyoru bene virüs?”…
Bu kişisel açıklamayı yok sayarak içeri doğru adım attım; “Öldürüyor” dedim “öldürüyor”…
‘Sende mi?’ dercesine bir bakış attıktan sonra ‘hasstir’ türünde bir muamele ile karşılaşınca anladım ki laf dinlemeyecek, işi abarttım.  
Hane halkına dönüp; “Üstelemeyin bırakın gitsin, virüsü kapsın, yatırırız hastaneye (!) test mest derken, 14 gün karantina. Yalnız başına yoğun bakımda kalsın, virüs akciğere alsın yürüsün. Sen de 15, ben diyem 20 günde abimizi Epiroğlu Çiftliğine (mezarlık) gömer geliriz. Tamam gömeriz gömmesine de; camiler kapalı, cenaze namazı yok, helallik yok, kefen yok. Plastik torbanın içine koyup, tabutla gömüyorlar adamı. Üzerine de kireç tozu, hadi uğurlar olsun. Bu kadar meraklıysa bırakın gitsin, ama gitmeden önce helalleşin, hakkınızı helal edin”…
Namazında abdestinde, inançlı bir insandı.
Meseleyi inanç sistemi üzerinden vurgulayarak iyice gardını düşürmeye çalıştım.
Zaten var olan tartışmanın üzerine benden de ters vuruşlar gelince, avludan seslerin yükselmesi gecikmedi.  
Evin hanımı; “Abu başlamı gelennere, töbe töbe, etmeseydine Necat (!) Adam sen nedip durun, ne le senin başın zoru, delirdin mi le sen? abu etmeseydine, ele güne irezil olcez”…
Ben ateşe devam ettim:
“Bırakın gitsin. Bunca yıl dolu dolu yaşadı. Ama herşeyin bir sonu var. Dünya babanın eşeği değil binip durasın. Ne yapalım (!) bir büyüğümüzü daha kaybedeceğiz. Takdiri ilahi böyleymiş. Üstelemeyin yenge (!) efem bırakın gitsin, son günlerini yaylada geçirsin”…
Oğul; “Baba ne olursun gitme, evde otur”…  
Torun; “Dede sakın gitme”…
Ün velvele, ağlamalar sızlanmalar, deli bir kakafoni evin avlusundan mahalleye yayıldı.
Konu komşu olan biteni anlamaya çalışırken, yüksek bahçe duvarından “Nolup duru?” türünde birkaç mahalleli görününce, sesler kesildi ardından derin bir suskunluk avluyu sardı.
Bir müddet öylece kaldık.
“Durum bu” dercesine bakışlar atarak, yapılacak bir şey olmadığını anlatmaya çalıştım.
Bahçenin başköşesindeki yerine oturdu.
Eliyle ‘gel otur’ işareti yaptı.
Yanına kadar gittim ama oturmadım.
Kaşları çatık, sert bir şekilde işareti tekrarladı.
“Oturmam, bir buçuk metrelik mesafeyi korumam lazım” dedim.
Gecikmedi, sinkafı salladı.
“U zuman ta garşıma otur” dedi.
Bir sandalye çekip oturdum.
Bana bakarak; “Öldürüyoru yani” dedi.
“Öldürüyoru, şakası yok” dedim.
“Çıkmecez yani” dedi.
“Çıkmecez” dedim.
“Ne zamana gada” dedi.
“Çıkın diyene kadar” dedim.
“Belanı vemesin, mapus yani” dedi.
Saymaya saydırmaya devam etti, Çinliler de saydırmadan nasibini aldı.
“Börtü böcek, kedi köpek yisen” diye bir başladı, Çinlilerin söğülmedik bir tarafı kalmadı.
Söylediklerimden hiç hoşlanmadığını biliyordum.  
“Sen televizyon izlemiyor musun, görmüyor musun olan biteni. Baba yadigârısın. Bizim için, ailen için önemlisin. Bırak yaylayı maylayı, kediyi köpeği. Oğlan gider halleder. Ama sen sakın sokağa çıkma, evde kal” diye devam ettim.
Aslında cevabını bildiği soruları yanıtlıyor, duymak istemediklerini söylüyordum.
Bir müddet sessiz kaldık, öylece oturduk.
Arada bir bana bakıyor sonra başını sağa sola çeviriyor, bir şeyler mırıldanıyordu.
Olanı biteni sindirmeye çalışıyor gibiydi.
Ortalık sakinlemişti.
Ayağa kalktım.
Gideceğimi anladı ve eliyle ‘otur’ işareti yaptı.
Oturdum.
“Gave ediven bize” dedi.
“Şekerli içe bu puşt” diye ekledi.
İki gün sonra aradım; evdeydi…
***
Kopyalanamaz, izinsiz kullanılamaz.
MKG/Nejat Altınsoy Nisan 2020